oruç, merhem, bahar hem ağlarım hem sürerim

oruç, merhem, bahar hem ağlarım hem sürerim

Her ne zaman yürüsem gök ve soluk benle. Kaldırımlar, hiç yorulmuyor. Yol kenarına uzanmış ağaçlar. Üzerine bastığımız ve mahşer günü içinde ne varsa kusacak olan toprak, şikâyet etmiyor. Her ne zaman yürüsem, benle yürüyor. Geceyse yıldızlar belirgin, ben giderim o gider yanımda tın tın eder. İkindi ve sabahın ilk güneşi; yormayan bağırmayan ancak sürur veren huzmelerince yayılan, nurdan hâllice altın tozu, mest olunur göz göze geldikçe. Elimi göğe kaldırıp da üzerinde gezdirince parmak uçlarıma sığan kudret, yorulmaz. Şu duvara doğru eriyen dalların gölgesine karışan bülbül sesleri, içimi ovalayıp da yıkar. Seher, hiç yorulmaz. Daima taptaze günü müşfik bir anne olarak koynundan çıkarır, önümüze yavaşça kor. İşte, yeni bir sayfa. Her sabah.

Akıl nasıl alıyor, bilemiyorum fakat gördükçe ağlayasım geliyor. Neyi? Çiçeğe duran tomurcukları, aylardır kupkuru olan dalların çatlayıp da yeşeren uçlarını.

İçime bir hâller oluyor. Sanki, damarları çatlayıp da doğuran bir kısrak olmuş tabiat. Yeşermek için deliriyor. Daha dün, kupkuruydu diyor komşu kızı. Daha dün uçlarında hiç yeşili yoktu. Bir sabahta olmuş. Hayır, diyorum. Kim bilir kaç sabahta yürüdü o yeşil dalın ucuna.. Kim bilir kaç sabah adım adım sabırla vardı da ne sancılarla boynunu nihayet çıkarabildi, göğe selâm etti. Buradaydım, dedi. Buradaydım, geliyordum. Sen beni yok zannettikçe var oluyor, doğuyordum.

İhtiyarlayıp büzülen ellerin filizlenmesine benziyor, bir anda gençleşen Züleyha’ya benziyor, hanımı kısır kendisi ihtiyarlamış ve saçları bembeyazken evladı olan Zekeriyya’ya benziyor.  O vakte dek evlat hasretiyle yanarken, ben sana dua etmekle hiç bedbaht olmadım diyen o müstesna gönüle.. Taşa vurup da Musa Allah’ın adıyla, 12 pınar belirince, o taşların karnında nicedir bekleyen suya benziyor. Meryem’in mevsimsiz bulduğu meyvelere. Rasulullah’ın (sav) içtiği sütün tastan eksilmeyip de onlarcasına yetmesine, berekete benziyor. Ağlayarak ettiğimiz duanın sonunda yorgun düşüp uyuyup da uyanınca ilâhi bir elin kalbi teskin etmesine, iyileşmiş uyanmaya. Kalbin nice ölümünden sonra taptaze dirilmesine, gecenin karanlığından süzülen fecre, yolun karşısından gelen sevgiliye benziyor. Babanemin yaptığı ayva reçeline. Ki o ben o günlerde neden sürekli ayva ve gül reçeli yediğimizi anlayamazdım. Çilek reçeli hiç kaynamadı çocukluğum boyunca. Meğer biz onu mevsiminde azıcık olsun yemeye ancak fırsat buluyorduk. Meğer o yüzden tadına doyum olmuyordu. İşte, o günlerdeki kanaate benziyor. Kanaatle gelen neşeye, doygunluğa, varmanın müthiş tadına. Beklemenin güzelliğine.. Yazın kapı önlerine hasır atıp da çekirdek çitleyen, tülbentlerini çene altında birleyen ninelerin ve teyzelerin gülerken örtüleriyle kapattıkları gül goncası ağızlarına benziyor. Askerden dönen erin, rüzgâr alan ensesindeki serinliğe. Parlayan dişlerine.

Dalların ucuna yürüyen, çatırdayarak boy veren, alnı terli taze annelere benzeyen ağaçlar; yeniden başlamaya benziyor. Tüm malını kaybeden adamın, elini sımsıkı tutan hanımının vefasındaki kudret ve kuvvete. Zahirde hiç gözükmese de batında gizlenen gayreti sezen dostun sıcak gülüşüne benziyor. Yanındayım, diyen o sese. Uykusunda gülen bebeklere, yumuk yumuk avuç içlerine, kokusuna.. kokusuna benziyor.. O dal uçlarına yürüyen yeşiller, babanemin gözlerine benziyor. Daima kıskandığım, ne güzelsin dedikçe yanaklarında beliren gamzelerinin neşvesine.. O yeşiller, heveskâr temennilere benzemiyor. Yitirilmiş nice arzunun başında Fatihalar okuduktan sonra, derin derin alınan nefese benziyor. Hani son cümlesi daima ‘’nasip böyleymiş’’ olan.

İşte bu dalları ve yeşillerini ve yemişlerini, çatırdayan damarlarını gördükçe ağlayasım geliyor. Kökten gövdeye ulaşmak için didinen suyu. Gökten güneşin vuruşu. Meyvesi de yaprağı da terk eylemişken, kuşlara ev olan dallar. Varlığın özünü korursan, evsizlere yuva olursan, elbet çoğalırsın, diye öğreten dallar. Duruyorum. Gövdesine dokunuyorum. Pencereden bir teyze çıkıp da ne yapıyorsun diyecek, desin. Seviyorum, derim. Çok seviyorum. Bu kuru dalları, gördükçe bir hoş oluyor, yaşamaya her bahar yeniden inanıyorum. Hâlâ.. hâlâ.. Deli misin, der gibi bakarsa, hiç ses etmem gülerim.

Kupkuru daldan fışkıran bu yaşamak, ruhta ölen, kuruyan yerlerimize merhem değil mi? Usul usul sürülen, ürkütmeden teselli eden, hiç konuşmadan söyleyen, şifâ dolu bir merhem ki ismi umuttur.

Hem ağlarım, hem sürerim. 

Üstelik bu kez merhem mevsimi oruçla beraber.

Heyhat! İyileşmemek elde mi! 

ikrâm:

https://www.youtube.com/watch?v=kpfPRo_Zyaw&list=RDMMkpfPRo_Zyaw&start_radio=1

 

 

 

 

 

 

Share:FacebookX
Join the discussion

2 comments