Kudüs’ten döndüm.
Lâkin aynı kişi olarak değil.
Oraya giderken ”Rabbim beni hayırla dönüştür, şuurumu arttır, ufkumu genişlet, kulluğumu iyileştir” dua etmiştim lâkin bu denli sarsılacağımı hiç tahayyül etmemiştim. Hayret ettiğim hususları tek bir yazıya sıkıştırmayacağım. Oradaki her bölge her olay her köşe başı için ayrı bir başlık açacağım. Ayrı bir kayıt yapacağım. Onlardan evvel ise sizinle utançlarımı paylaşmak isterim.
Benim hiçbir zaman Kudüs’e gitmek gibi bir gündemim, hedefim olmadı. Fakat Rabbimin hikmetidir ki beni göndermeyi murad etti. Nice nimeti gibi bu da şükründen aciz olduğum türdendir. Belki de en başındadır.
Kur’an’ı Kerim ile tanışalı 9 yıl oluyor. Onu hayatıma alalı, hayatımı ona göre tahsis edeli, onunla arkadaş, sonra dost olalı. Kur’an okuyor, anlamaya çalışıyor, her yıl onlarca talebeyle çalışıyorum. Bazı yıllar oldu ki yüzlerce talebem oldu. Benden çok büyük çok küçük fark etmeksizin Kur’an muhabbeti aşılamak için çalıştım. İslâm şuuru için çalıştım. Fakat bütün bunları yaparken bir taraftan uyuşmaya başladığımı fark edememişim.
Şöyle ki;
Bir şeyler yapmaya alıştığınızda -bu ‘bir şeyler’ en kıymetli şeyler olsa dahi- bir müddet sonra ona alışıyor, ruhunu kaybediyorsunuz. Bizler -yakın çevremden ve ders halkalarımızdan bahsediyorum- Allahu telayı sevdiğimizi, Rasulullah sallahu aleyhi ve selleme derin bir bağlılık duyduğumuzu, müslüman kardeşlerimizi önemsediğimizi söylüyoruz. Yıllardır. Öyle ki tefsir, hadis dersleri yapıyor, davet ediyor, bir şekilde İslâm’a hizmet etmeye çalışıyoruz.
Peki. Neden kimse bugüne dek Kudüs’ten bahsetmedi? Neden oradaki halkı gerçek anlamda tanımadık, oraya neden gitmedik, neden gitmek gibi bir gündemim, gündemimiz de hiç olmadı? Bizler (!) Ailelerimizin şuursuzluğuna üzülen, kendimizi güya ‘farkında’ gören bizler, neden bunca yıldır oraya gitmek için tutuşmadık?
Kur’an her gün elimdeyken, bu davanın içindeyken, nasıl böyle yabancı ve uzak kaldım? Nasıl ve neyle oyalandım?
İşte bu ilk ve en büyük utancım.
Oraya gittiğim andan itibaren idrak ettiğim hakikatler beni yerden yere çaldı. ”İşitmek, görmek gibi değildir.” deyip durdum hemen her adımda. Oradaki halkın bize olan sevgisi, itimadı, güveni ve bizi koşulsuz kardeş bilmeleri, boynuma atlamaları, elimi tutmaları, ikram etme arzuları beni daha da yerin dibine soktu. Ben onları düşünerek hiç uykusuz kalmadım. Hiç gece uyanıp onlar için dua etmedim. Onları, çocuklarıma anlatmadım. Sınıfıma bir köşe yapmadım. Yüzlerce çocuk geçti elimden. Onların yüreklerine bir yangın bırakmam gerekirmiş. Bunu yapmadım.
Öyle alışığız ki yalnızca suya. Öyle alışığız ki kendi sıcağımızda uyuşmaya. Öyle tamamız ki yaptıklarımızın yeterli olduğuna.
Neden kimse beni bunca yıldır yakamdan tutup da ”Bunu da anlat ey Hoca!” demedi. Neden ben akletmedim?
Zannetmeyin ki tarih bilmem. Bilirim. Zannetmeyin ki haber takip etmem. Ederim. Zannetmeyin ki Kudüs’ü hiç okumadım. Okudum. Dinledim. İşte, şaştığımda bu. Bunca bilgiden sonra nasıl yine de böyle kör, basiretsiz ve ilgisiz kalmışım?
Allah’ın her günü derdim ve meselem olması gereken hakikatleri yalnızca sosyal medyada görüp geçmekle yetinmişim.
Bütün bu aymazlıklarıma rağmen Rabbim beni oraya gönderdi. Şüphesiz O, çok Vehhab olandır.
Mescid-i Aksa’ya varınca, hava başka sanki uçan kuş gülen çocuk başka. Ne desem az ve eksik. Gitmedikçe daima mübalağa ettiğimi düşünecek yer yer histerik davrandığıma inanacaksınız. Ne zaman ki o mübarek beldeye varırsınız, o gün aynı duyguda buluşacağız. Mekânların ruhu olduğuna daima inandım lâkin böyle açık hiç hissetmemiştim. O avluda kılınan namazın tadı, lezzeti, tarifsiz. Sanki ruhunuzdaki irini akıtıyor her secde. Günahlarınıza, boş işlerinize büyük bir tiksinti duyuyorsunuz. Dünyadaki her şey gözünüzde küçülüyor. Bütün sevdikleriniz buğulanıyor. Oradaki secdenin tadı öyle çok oluyor ki ne yemek ne su ne aileniz acil bir ihtiyaç gibi gelmiyor. Kalmak, daha da kalmak, daima kalmak istiyorsunuz. Eve dönmek istemiyorsunuz çünkü eve yeni gelmiş gibisiniz. Hiçbir şey sorun değil çünkü en büyük çözümü bulmuşsunuz. Büyüleyici bir hülyâ fakat uyanıksınız.
İşte böyle yüce bir ân içinde secdelerim, kıyamımı uzatmak daha da uzatmak istiyorum fakat cebimdeki azığın azlığı beni mahvediyor. Neden daha çok sure ezberlemedim, diye hayıflanırken içim acıyor. Uzun uzun daha uzun okuyacağım sureler ezberimde yok. Şarkılar var, şiirler var, sureler yok. Kaç yıl önce bana söylenen sözleri unutmamışım. Nice şeyi ezberimde tutmuşum da İsra Suresi’ni ne diye ezberlememişim? Şu avluda ağır ağır okuyamıyorum. Okuyamadıkça kahroluyorum. Pişmanlık içimi kavuruyor. Hazırlanmak deyince neden aklıma ezber yapmak gelmedi? Ahmaklığıma anlam veremiyorum.
Selâm verince sağımda solumda ümmetin fertleri. Sanki burası küçük Mekke. Ümmet akın akın geliyor; her renkten her dilden. Herkesin ortak bir pusulası var ”selamun aleykum”. Bunu der demez yüzler gülüyor, kollar açılıyor. Hemen Arapça birkaç cümle sıralanıyor. Bilin bakalım kim anlamıyor?
Başladığı her Arapça kursu yarıda bırakan kimse o anlamıyor tabii.
Çocuklar boynuma atlıyor, teyzeler elimi tutuyor, Türk olduğumu anlar anlamaz her biri daha çok konuşmak, anlatmak, muhabbet etmek istiyor. İki omzumu yukarı kaldırıp, ellerimi yanlara açıyorum ”bilmiyorum” diyorum. Hayret ediyorlar. Müslümanların Arapça bilmeyişine. Oysa bizim için nasıl da olağan. Nasıl bunu da normalleştirdik. Kendimizi ”iyi müslüman” ilân edip, bizden ”iyi” olamayan akraba ve tanıdıklara üzülürken, kendimizi yetiştirmeye büyük bir ara verdik. Sonra kendimizle işimizi unuttuk. Meşgulüz çünkü.
Gördüm ki şeytan bizi aldatmış. Biz de aldanmak istemişiz. İlk dönüşten sonra uyuşmuş, aynı kısır döngü içinde yaşamaya alışmışız. Yavaş yavaş boş işlere daha çok yer açmışız. Unutmuşuz.
Rabbimin rahmetidir ki kalbim yerinden söküldü ve takıldı. Şimdi konuşmak istemiyor, dinlemekte zorlanıyorum. Buraya yeniden alışmak istemiyorum. Bu hâli kaybetmekten çok korkuyorum. Bütün hayat planım, ideallerim ve önceliklerim elimde olmadan değişti. Ümmet neydi, bunu anlamanın kapısı açıldı.
Kudüs’ten geri dönmedim. Dönemedim. Büyük bir parçam orada kaldı. Ben bırakmadım. Kendisi söküldü ve bana sormadı. Şimdi içimde oluşan bu boşlukla duyduğum acı bana iş yaptıracak. Kuru zerzeniş olmaktan çıkıp önce benim amellerime çeki düzen verecek. Vermesi için uğraşacağım. Bu ağrıyı çocuklarımın içine de ekmek için uğraşacağım. Ömrüm oldukça orada bıraktığım parçamın yanına varmak için geri döneceğim. Her dönüşte oraya bıraktığım parçam büyüyecek, ben azalacağım. Azaldıkça anlam artacak. İşte, gerçekten bu yolda yorulursam belki biraz olsun nefes alacağım.
Küçücük ve bomboş gündemlerimiz içinde boğulurken, izzeti unuttuk. Orada, hatırladım.
Kendimizi ve sadece kendi evimizi düşünmekten, ümmeti sadece bir haber konusu zanneder olduk. Orada etten kemikten ve kudretli ruhlardan insanlar buldum.
Duygularımın demlenmesine ihtiyacım var. Çünkü histerik hareketlerle kısa vadeli işler değil, ömür boyu sürdürebileceğim düzeyde itidalli bir zemine ihtiyacım var. Rabbimden bana hayrı ilham etmesi için yardım diliyorum. Sizlerden de dua istiyorum. Birileri bana anlattığında uzaktan bakan gözlerimin benzeri sizde varsa, belki de söylediğim her şey anlamsız gelecek. Gelsin. Ne demek istediğimi size belki de hiç anlatamam.
Lâkin, yaşayabilirim.
Pişmanlıklarımı değiştirmek için yorulabilirim.
İşte, bunun için yaşamak istiyorum şimdi.
Bütün uyuyanları uyandırmaya bir uyanık yeter.