Bir kedi sevmeye ihtiyacım var. Böyle dedim içimden masaların arasında dolananı görünce. Seni sevmeye ihtiyacım var, şimdi. Parmak uçlarımda şefkat duymaya, birkaç mırıltıya, kucağımda uyuyup kalmana. Sonra düşündüm. Demek ki ihtiyaç sadece sevilene yönelik değil. Dümdüz baksak, hiç eskimemiş, çatlamamış, hiçbir çivi çakılmamış ve sökülmemiş. Oysa ben ne çok söküldüm.
İşte öyle bir duvar gibi baksak: Kedi muhtaç, biz efendi. Aldık besledik sevdik aferim bize. Kral bile olabiliriz. Ama herkesten esnaf olmaz mesela. Demek ki ensaflar krallardan büyük abiler. Ne esnaf ne kral olmadan sadece bir insan olarak bakınca, kediyi sevmeye muhtaç olan benim. Taşı, kuşu, selâmı, ağacı sevmeye muhtaç olan; sevdikçe iyileşen benim. İyilik yaptıkça fayda bulan, tamir ettikçe onarılan.
Bir kediyi sevmeye ihtiyacım var, dedim içimden. Öyle durup dururken acıktım. Bebek koktu burnuma. Evet evet kızarmış biber filan değil, yeni doğmuş bebek. Ne güzel kokarlar.. Üzüldüğünüz her şeyi unutursunuz. Bense hep
hatırlamaktan yapılmışım. Eklemlerimde yer yer romatizma ve bolca anı. Üzerinde uslu bir kedi mırlasa bir şeyim kalmayacak. Mümkün olan hâyallere sığınmak da büyümeye dahil. Bazı kokular sadece komşu evlerden gelir ki bunun adına kader deriz.
Amennâ.
Yine de, insan bazen duyduğu biber kokusu kendi evinden gelmiş olsun istiyor. Burnuna dolan bebek kokusu buralarda bir yerde olsun, istediği de oluyor.