Göğün renginden ağaç gövdelerine değişmeyen ne ola? Bebeklerin ihtiyarlaması, iyilerin kötüleşmesi ve zalimlerin tövbesi; işte dünya düzeni. Değişmeyen tek kaide durmaksızın dönüşmektir. Bu hakikate karşı konulmaz; mevsimler döner, eşyalar eskir, çocuklar büyür. Ağlarız; bazı geceler tam on yıl geçer ağlarken. Ne takvimle ne saatle kimseye ispat edilmez ama gerçektir. On dakikalık yolu üç gün yürüyebilir insan, mümkündür, yürür. Varınca saate baktığında sadece on dakika geçtiğine bütün dünya şahitse de üç gün üç gece sinmiştir ellerine ve gözlerine.
Allah bilir, Allah, şahittir.
Çirkindir kuş yavruları, tüylenir, palazlanır, gagası biçime gelir derken hayran bırakır; değişir. Doğum sancısı artarak gelir, ölüyorum, der anne; acı yükselir daha sonu yok zannederken doğum gerçekleşir, acı dönüşür, artık adı yorgunluktur. Birkaç damla alnında, hayretli yüzüyle, uyuşmuş elleriyle yavrusunu yoklar; umurumda olan değişir.
Pazardan aldığımız elma, kendi kendine elma şekeri de olamaz turta da. Yaparsak olur ama. Biraz un biraz şeker; yoğurmak daima ruhu, kalbi bir de mutfaktaki hamuru. Aman topaklar kalmasın, hamur süner. Kalp, katılaşır. Pişen yenmez, atan yönünü bilmez. Pürüzsüz olana dek yoğurun. Yorulmaya değer pürüzsüz bir kalbin nefesi, her şeye değer. Hamurun üzerine rendelenmiş elma, tarçın işte dedik ya biraz da şeker; pişmeden olmaz, insan da hamur da. Mecbur, sıcağa bırakırsın, dikkat et yakmayasın, öylesi de yenmez. Nihayet hazır! Değişen yalnızca elma değil.
Bahçede nazlı domates fidesi, böceklenen gül, tomurcuklanan sardunyalar, geçen kış donan kasımpatı. Mevsimle beraber değişir, yumuşar. Az bi ilgi bekler, suyunu usul almak, yapraklarına şefkat. Senden vazgeçmedim’i duymak isterler. Bilmek yetmez, çiçeğe de insana da. Hiç gülmez zannedilen teyzeler gülüverir, kuruyan kasımpatı sürprizdir hepimize, birden açıverir. Ölüden diri çıkar, diriden ölü. Kim meftâdır, değişir. Yürüyen cenazeler kahvelerini yudumlarken kabir halkından taptaze gençler dolanır da gözükmez. Görmek, bilmek; hakikat, değişir.
Umutlarımız ve kayıplarımız. Kalbimize neşe ekenler ve kökümüzü kazımak isteyenler değişir. Dostlar düşman olur düşmanlar dost. Yazıldığı kadar kolay değil. Sevgilerine layık olduğumuzu haykıranlar bir gün kalkıp ne rezil kimseler olduğumuzu haykırabilir parmaklarını sallayarak göklere. Seyrederiz. İnsan, böyle hayret dolu sahneleri sade filmlerde değil yaşadığı günler içinde de seyredebilir. Üstelik kanal da değiştiremeyiz. Hayret ettiğimiz isimler, mutsuzluk sebeplerimiz, böyle mi olacaktı, dediklerimiz değişir. Sen de mi Bürütüs’deki Bürütüs bile değişir!
Sevdiğimiz tatlılar, kokular, renkler.. Desenler ve yollar, kullandığımız kestirmeler değişir. Hatta kestirmelerden vazgeçmiş olabiliriz. Güldüğümüz ayakkabılardan alırız, en sevdiğimiz o elbiseyi dolaptan çıkarırız. Burnumuzu kapadığımız kokudan sıkarız bir gün, görünce kaçtığımız renge boyarız duvarı. Şimdi güzeldir. Ne olmuşsa olmuş, gözümüz başka burnumuz başka kulağımız başkadır artık. Fikrimiz, hâliyle zevkimiz değişir.
Biz hiç kırılmazdık önceden böyle şeylere ama şimdi ağlarız. Şunlara da çok üzülürdük oysa şimdi ”ha ha ha” aman canım buna da kim üzülecek, geçelim. Önemsizdir artık bazı defolar, kusur değildir bizim için, insanlık hâlidir, kaçan çorapları görmemiş gibi yapacak yaşa geliriz. Korumak her zaman uyarmak değildir, susmak da bir örtme biçimidir, öğreniriz. Görmemiş duymamış anlamamış gibi yaptığımız anlar çoğalır. Böylece keriz zannedilmeye başlarız. Derin derin nefes aldığımız anlar hayli değişir. Yürüyüp geçeriz zanların üzerinden, usulca. Önceden tepindiğimiz bu yolda toz kaldırmak artık hoşumuza gitmez. Sakin, uzun, dudağın bir tarafını hafif yukarı kaldıran o gülümseme yerleşir yüzümüze. Kendimizi ispat edeceğimiz değil, olduğumuz gibi görülebildiğimiz tepinmeden duyulabildiğimiz koylara ilerleriz. ”Bunu mu demek istediniz?” diyecek enerjimiz kalmamıştır, duygu sevklerimiz değişir. Duymak istediğimiz sesler, değişir.
Tekrarlanan hatalar, yarım bırakılan gülüşler, yine mi, dedirten anlar tartışma güdümüzü beslemez artık. Sustuklarımız değişir. Öyle ki kırılmamış gibi yapmaya lüzum kalmaz, bunlar artık kırılacak şeyler değildir. Rasulullah’ın (sav) ”insandır yapar” dediği yere nihayet gelinir. İnsandan anladığımız ne çok değişir. Anlamdan hasıl olan muhabbetler ve hatır sebeplerimiz değişir.
Yemek saatlerimiz, annemizi görme biçimimiz, olayları değerlendirmemiz; beklediklerimiz değişir. Hayallerimiz hedeflerimiz, dualarımız. Kurtulmak ve kavuşmak istediklerimiz, ah nasıl da değişir. Kimdir şimdi bizi bilen ve el olan kimdir, hepsi değişir. Telefon rehberinde kayıtlı olanlar, artık ulaşılamayacak olan isimler..değişir. Bir de engellediklerimiz var o topa hiç girmiyorum.
Aynadaki yüz, onu süzen göz, damardaki kan, uykudaki rüya, boşluğa dalınca biriken sahne; değişir. Gece uyandıran his, acilin kapısında aranacak isim değişir. Nasıl olursa olur, yaraları saran an gelir bıçaktır, saplanır. Çıkarmayı öğreniriz. Nasıl olursa olur, Kabil, Habil’i öldürmekten yorulmaz. Bugün kimin Habil kimin Kabil olduğu da değişir. Allah bilir, Allah bilir..
Silmek istediklerimiz. Yorgan iğnesiyle dikerdik onları sadrımıza, sökmek istediklerimiz değişir. Aklar kara olur karalar ak. Gözlük numarasını değiştirmek yetmez olanı görmeye. Elma ağacı armut vermezse de ummadık taş baş yarar ve de damlaya damlaya bir gün bardak taşar. Evet, hepsi bir arada. E bu kadar şey değişmiş üç beş atasözünün lafı mı olur?
Allah, Bâkî’dir. O, daima olduğu gibidir. Azizdir, oradadır, temizdir, sığınaktır, dosttur, velidir.
Gerisi hikâyedir.
Madem ki değişmek kaçınılmazdır öyleyse daima daha iyiye dönüşmek için gayret mecburidir. Yoksa, aksi yönde büyüyen zafiyetler kuyusunda kaybolup gideriz.. Yusuf değiliz ki Cebrail gelsin.. Bizim o kuyuya girmememiz gerekir.
-Bir gün değişmeyenleri konuşuruz, onlar uzun da sürmez ancak yerleri kalbimizde vefâ diye bilinir.