Daha ne kadar ihtimalleri kırka bölüp, her birine yeni yamalar giydirip, sabaha kadar yeniden sonra yeniden her birini ince ince dikip güneşle beraber elde ettiğin bu elbiseyi, üzerine bir kez daha olduramayıp öylece bakacaksın gökyüzüne?
Sabahın soğuğu yalnızca senin burnunun ucuna birikecek o an.
Öyle olmasaydı, gerçekten şimdi arzuladığın gibi tamamlanmış olacak mıydı ukteler? Diyelim ki oldu, onca yolu yürümüş, yolun artık kendisi olmuş kalbin, artık başka bir biçimle görüyorken âlemi, bu yeni kendiliğin içinde de seni mutlu edecek miydi kendini hiçe sayarak kabul ettiğin? Bunun adı, başka bir şey olacaktı, olsaydı eğer, artık kendin olamadan, titreyen bir yüzün olacaktı her sabah. Oysa şimdi durulmuş dingin bir deniz gördüğün. Kavgası yok. Dalgalar kime dokunsa bir anne eline dönüşür, iyileştirir.
Ne zaman otursan bir köşeye, geriye yaslanıp, bir süre öyle durunca, aniden kabaran göğsün, derinden soluduğun hava, of dememek için oh dediğin anları daha ne kadar biriktireceksin keşkeler kavanozunda. Eve dönerken her akşam, ki her akşam eve dönmek cesaret işidir, ışığı yanan evlere bakıp bakıp içinde mutlu yüzler düşleyeceksin, evet ölene dek, bu kesin. Yine bileceksin ki her evde gülmüyor yüzler. Zihnine dolacak aynı evinde içinde birbirine değil de duvarlara bakan kimseler. Duvarı daha iyi tanıyanlar, hani yanında uyuyanı tanımayıp da. Bileceksin, gecenin ilerleyen saatlerinde bir kadın tezgahı ovalayacak ve su dökecek; bir, iki, üç. Elinin tersiyle sıyıracak kalan suyu musluğun içine. Sonra elini beline koyup, kendini eğecek, duruşundaki eğim hayatındaki yokuşların nişanesi. Bunu ne çaya gelen komşuları, ne ödev yaparken uyuyakalan çocukları, ne senelerdir izlediği dizinin kahramanları bilmeyecek ama sen bileceksin. Bütün bunları bil, peki.
Bilmeklerinin ve gülüşlerinin arasına daha ne kadar vakit burulmalarını saklayacaksın. Hani hiç ses etmeden, denk geldiğin mutluluklarla aklına düşen o sahne, evet hep aynı sahne, yüzünde bir bulutu gezdirecek belki de yüz milyonuncuya.. Sen, gözlerini hiç kaçırmadan anlatan surete en müşfik tebessümünü ikram edip, baharlayacaksın bütün odayı. Sonra kalkıp kendine 3 beden büyük ceketini giyeceksin, önce sağ. Daha sol koluna geçmeden başka bilindik bir sahne inmiş olacak yine yüzüne. Bir taraftan sohbete devam edip diğer yandan düğmelerini iliklemeye başlayacaksın. Ve işte yine ihtimaller: Kendine soracaksın, yaşından daha büyük olan o soruyu.
Bir gün, bu sızı geçecek mi?
İçimi okuyan bir yazı…
Yaaa ne mutlu bana 🙂 kendiminkinden başka bir içi de okudum demek..
Çok güzel olmuş Dilara Abla inşallah benden daha nice yorumlar yapılır.
Ömer balım! Çok teşekkür ederim, seve seve okurum her birini. Gözlerinden öpüyorum.