lisedeyken iyi arkadaş olma koşullarımızdan biri iyi saç ütüleyebilmekti. zor günlerdi. pazartesi sabahları süslenir kalan günler saçımı yolda toplardım. hâlâ pazartesi günleri özenirim bir de artık cuma. ama saçlarımı artık ütülemiyorum, örtüyorum.
çok memnunum. bir şekilde hâlâ okulda olmak çok hoşuma gidiyor. okul, ilk günden beri evimdi. hâlâ öyle. ben küçükken bizim ev çok karışıktı. ev olamayacak kadar karışıktı. belki o yüzden okuldan dönmek istemezdim.
okul, her şeyin geride kaldığı bir yerdi. her şeyi geride bırakmak çok güzel bir histi. onu sımsıkı tutardım. ama şimdi evime de dönmeyi seviyorum. çok güzel çiçeklerimiz ve çiçekli tüllerimiz var. bir de dünyada bir yarayı deşerken yumruğunu sıkmaya bayılan çok insan var. yetimler öksüzler ve güçsüzler; yarası açık olanlar, haksızlığa uğrayan mazlumlar, dizi ve filmlerde çok sevilirler. onlara ağlamak güzeldir. ama muhtaç ve yorgun olanı canlı görünce, halısını silkelemek ister kadınlar ve adamlar.
iyilik güzellik yetmez, vebalı gibi olunur. acımak iyidir de hayata buyur etmek olur iş değil.
olsun. onlar yer beklemeyi te küçükken bırakır. kendilerine ev olurlar. kendilerine bir ev yaparlar. taştan bir ev. olsun, olsun. verin hele kumandayı, kanalları gezelim. şimdi reklamlar.
uzaktan üzülmek ve iyiliklere layık olduğunu düşünmek, içlenmek ve sohbetlerin kısır döngüsünü kırıp gönül yumuşatmak için güzel seçenektir mazlumlar. ama soframıza her gün alamayız, ailemize alamayız. ötede dururken, güzellerdir. kimsesi olmayan, yarı yolda bırakılan insanlara hususi yuva olmak isteyen bir peygamberimiz olduğunu çoktan unutmuşuzdur. kendi çocuklarımız, alışveriş listemiz, bize göre sıralanmış yapılacaklar listemizin arasına onları sıkıştıramayız. bi dakka. biz de müslümanız. ama o kadar da değil. film olsa bu, tamam ağlayalım ama evin içinde tadımızı kaçıramayız. tamam iyi biri ama bizim amalarımız aramızda dağlar sıralar. iyi biri, üzülelim ama buyur etmek neyin nesi. onu bunu bırakın, bu pazar nereye gidelim?
insanların ömürleri içinde teker teker yitirdikleri ve böylece dağlanıp ufalandıkları yerleri var. parçalar kopunca insanın aklı çıkıyor. sızlayan dişe soğuk girmesi, ne fenâ. benim ömrüm, kalbim, mâzim; boşluklardan yaptığım bir tablodur ki renklerine dalanlar oluklarımı görmez. ellerim ve yüzüm pakçadır, pabucum boyalı, kokum güzel, sofram şen. böyle biri.. doludur, dopdulu, kalabalık, bütün, tok.
böyle biri, insanlar kayıp yaşadığı an, onların nasıl devam edeceğini ve yokluğun ne kederli olduğunu düşünür, o gün yiyemez ve uyuyamaz. oysa, onun olukları daima doluymuş gibi kabul edilir, çünkü o her boşluğu yüzündeki gülüş ve sesindeki neşeyle dolduruvermiştir. elinde değil.
yitti, ne acı, yaslan, yardım edeyim. biz karşılaştığımız ilk andan beri benim ondanım zaten yoktu, hiç aklına geldi mi? yitti, ne acı, yaslan, kalbim senin için kederli. bütünüyle buradayım. bütünüm boşluktur yine de yanımdayken sana soğuk esmez, sıcacığım. reklamlardan sonra da buradayım. siz düğünden dönünce, pikniğiniz bitince, ağlamak için bir omuz arzu edince; tam buradayım.
üstelik bir kişi de değilim. sofraya kendisi için bir tabak konunca yüreği hoplayan çok kişiyim. kalabalığım. birbirimizi tanırız, siz bizi görmezden gelmekle meşhur. siz bize ettiğiniz merhametin bile gün gelir tefecisi.
reklamlar bitti, çay demledim, içer misiniz?