Tek bir cümle, minicik bir ân; bize büyük kararlar aldırabilir..mi? Kalbimize bir mızrak, çölümüze açılan beklenmedik bir kuyu olabilir..mi?
Yaşanan duygu yoğunluğu; o biricik sözün, ânın büyüsünden öte, oraya gelene kadar biriktirdiklerimizle ilgilidir. Algımız, ruhumuza ektiğimiz tohumun biçime gelme hâlidir. Başka başka görürüz aynı hadiseleri. Birimize ateş olan diğerine su. İyi de neden? Ateşe ve suya yüklediğimiz anlam aynı değildir çünkü. Kelimeler, insanlar ve hadiseler bizim onlara yüklediğimiz anlamlarla şekillenir. Birini bıçak olup kesen diğerinde yaprak bile oynatmaz, işte bu yüzdendir. Birine bahar getiren birine yüz yıl beklense de tek tomurcuk açtırmaz. Oysa esen, hep aynı rüzgâr ve fakat hiçbir rüzgâr aynı değil.
Dün Minhac dersinin 52. bölümünü izlemek için açtım. Ders başlamadan evvel İmam Gazali’nin sözleri geçiyordu. Çoğu zaman okumuyorum bile. Allah’ın bir ikrâmı olarak şu cümlesiyle göz göze geldim:
”Yarın tövbe etmeyi, bugün tevbe etmekten kolay sanıyorsan aldanıyorsun.”
Tam olarak yaptığım, yaptığımız bu değil mi? İçinde bulunduğumuz hâllerin yanlış olduğunu vicdanımız fısıldadığında, içimiz bulandığında, kalbimizde cızır cızır alarm sistemi çalıştığında en masum hâlimizle gülümseyip, bir sorun olmadığına dair kendimizi ikna etmek.. Sıralayabileceğimiz onlarca iyi niyetli sebeple.. aşılan sınırları normalleştirmek. Diğer taraftan namazım neden tatlı değil, on dakika olsun neden zikir oturmuyor dilime, geceleri neden uyanamıyorum, diye kendisine soran ama kendisini hiç sorgulamayan birileri. İşte, biz.
İyi ve kötü nedir? Sağa çekip ara ara bu iki tanımı kontrol etmemiz gerekiyor. Benim iyilerim ve kötülerim nefsimin terazisine göre mi belirlenmiş, yoksa Kur’an ve sünnete mi? Sevgilerim hangi elekten geçmiş? Kaşları gözleri bana sundukları ikramlar için mi seviyorum onları? Allah için, sadece Allah için sevdiğim ve kapısını çaldığım biri var mı? Enaniyet yapmadan, usulca ve sıcacık bir gülüşle. Yük olmadan, ellerimi çeşme yapıp su içirdiğim birileri var mı?
Bana yardım eden, etmediği an dünyanın en kötüsü mü oluyor içimde birden bire? Peki, iyiliklerini nereye koyuverdim hemencecik.. İyilik, daima taleplerimize karşılık bulduğumuzda mı vardır? Durmak, çekilmek ve hayır denmesi bin bir sebeple, düşman olmamız için kâfi midir? Neden kılıçlarımız kınından çıkmak için hep hazır ve bilenmiş.
Burada değilim ve ellerimi yumruk yapmayalı yıllar oldu. Avuçlarım; açık, hafif. Kaşlarım çatık değil. Peki, kalpte kin ve nefret taşımamak nefisten muaf kılar mı beni? Kalplerde neyin ne derece tesir edeceğini sadece Allah bilebilirken, atımı istediğim yöne koşturabilir miyim? O zaman kulluk nerede, kulluğum nerede?
Ne kolay.. ne kolay yürüdüğüm yolların minicik zaaflarla erimesi ellerimde. Çeşmemin kuruması ne kolay. Bunda bir şey yok, dediğimiz kaç işimiz hesap sebebi mizanda, duralım ve soralım. İşte, buradayım. Burası ağır fakat kaçmam. Huyum değil. Gözümün içine içine bakarım. Kirimi görmezsem onu temizleyemem. Aslında, ben kendimi hiçbir koşulda temizleyemem. Fiili olarak hakikati kabul edersem, niyetimi ortaya koymuş olurum. O zaman ellerimi yaratan yeniden çeşmenin akmasına izin verir. Kuraklık biter. Her an çekilmeye hazır olan bu suyu kaybetmemek için son ânâ kadar didinmek gerektiğini bilirim.
Yine de bilmek yetmez.. Hiçbir şey yetmez Allah’ın yardımı olmadıkça.
O hâlde yalvar.
Ben hak etmesem de yardımını eksik etme. Hak etmesem de secdelerimi benden alma ve daimi kıl. Hak etmesem de beni Sana yaklaştır. Beğeneceğin bir kul olmam için ve sebat etmem için bana yardım et. Sana varabilmem için Senin yardımından başka bir sığınak bulamam. Kendimden korunmak için Senden daha büyük bir korunak bulamam. Tövbelerimi yarınlara bırakmayıp, bugün yola koyulmak için gereken uyanışı Sensiz yapamam. Lâzım olan o bir cümleyi, birkaç saniyeyi bana kimse veremez ki..
İşte, yeniden buradayım. Minnetle. Gitmem. Gidemem.