Tasını Çeşmenin Altına Koy

Tasını Çeşmenin Altına Koy

Bismillah, Elhamdulillah, vesselatu vesselamu alâ Rasulullah.

Sözlerin en güzeli Allahu tealanın sözü, yolun en güzeli Rasullullah’ın yoludur. Konuşacağımız bütün meselelerden evvel, vaktiyle Kur’an-ı Kerim’i ne okumayı ne dinlemeyi sevmeyen bir gencin, gün gelip de Kur’an-ı Kerim öğretmeni olması, ayetleri kendisine en sevimli ve yakın dost bulması hatırımızda dursun. Böylece bilelim ki kalp hakikaten değişen dönüşen anlaşılması hayli güç bir varlıktır. Bunu söyleyerek başlamamızın bir diğer sebebi: İnsanların çoğu Kur’an okumakta ve dinlemekte güçlük çeker. Kalpte derin bir saygı olsa da herhangi bir muhabbet duyulmadığı için Kur’an’a dair yakınlık hissetmezler. Bu yüzden çoğunlukla kandil ve cenazelerde önüne düşen ayetleri zoraki okur, sonraki kandil ile cenazeye kadar kitabı kapatırlar. Hâl böyleyken ayetlerin anlamına zaten sıra gelmez. Daha okunuşunda bu kadar zor gelen kitaba daha yakın olma fikri sadece gerginliğe sebeptir kişilerin iç dünyasında. Ama bütün bunları yüksek sesle söyleyemezler. Çünkü utanır ve yalnızca kendi kalplerinde böyle bir kopukluk olduğunu düşünürler.

 

İnsan, aslında dinini sever ancak dinine öylesine yabancıdır ki yaklaşmak çok güç gelir. Böyle debelene debelene ömürler biter, çeşme akar, kabı bomboş dolanırken susuzluktan kurur. ”Bağırıp durur denizin ortasında, su buradan ne kadar uzakta?”

”Allah’ın kuluna yardımı kulun yardımı, kulun niyeti kadardır. Her kimin niyeti tam olursa, Allah’ın yardımı da o derece tam olur. Kimin niyeti de azalırsa, Allah’ın yardımı azalır, eksilir.”

Öncelikle insanın tanıyıp bilmediğini sevme ihtimâli yoktur. Bir yiyecek ne denli iştah açıcı gözükürse gözüksün tadına bakmadıkça sevip sevmediğimizi bilemeyiz, üzerine yorum yapamayız. İçinde bulunduğumuz din, genel itibariyle doğduğumuz anda bizi bulur. Bir nevi atalar dinidir, yani önceki nesillerden miras olarak payımıza düşer. Pek çok Müslüman imanın ve İslam’ın şartlarını bilmez. Hatta namaz kılmayı, Kur’an okumayı, çektiği besmelenin anlamını dahi bilmeyen Müslüman sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. O, araştırmaz; çocukluktan beri bildikleri ile bir inanç edinir ki bunun büyük bir kısmını el alem ne der kaygısıyla bulunduğu yörenin örfü adetleri şekillendirir.

Örneğin; batı kesimlerle doğu kesimin ”ayıp” kavramı değişkenlik gösterir. İnsanlar da bir dikkat ölçüsü olarak bulundukları yörenin sınırlarını seçer. Böylece toplumda ”ayıp” görülen her şey onun için ”haram” gibidir. Fakat hakikatte haram olmasına rağmen bulunduğu toplumda mübah ve alışıldık bulunan durumlar ”helal” gibidir. Elbette helaller açıktır, haramlar da açıktır; bunlar bizim insiyatifimizde değildir. Fakat ne yazık ki hayatımızı Kur’an ve sünnet süzgecinden geçirmeyip, toplumsal normların etkisinde kalarak zihnimizde bir yere oturtururuz. İşte böylece en baştan yanlış bir görme, daha doğrusu görememe biçimi ediniriz. Göz numarasına uymayan gözlükle örgü örmeye çalışmak gibidir. Bulanıklığa öylesine alışır ki gerçek görüntü bu zanneder; ne gözlüğü çıkarmayı kabul eder -çünkü onunla görebildiğine inanır- ne de onu uyaranları dinler. Kendi gözüne mi inanacaktır, başkalarınınkine mi? Tutunduğu kaidelere öylesine sarılır ki onların yanlış olabilme ihtimali aklının ucundan geçmez. Kezâ o zaten Allah’a inandığını, dinini yaşadığını ve bir Müslüman olduğunu düşünür. Ancak kendisine hiç sormaz: İman ettiğim kitabın içinde ne anlatılıyor? Ben hangi kuralları kabul ettiğimi söylüyorum? Bu soruları sormadığı için, yaşamı boyunca reddettiği kuralların aslında kabul ettiği dinde yer aldığını bilmez. Kendisiyle yaşadığı çelişki bazen görünürlük kazanır. Bu gibi durumlarda da ”Herkesin kendi hayatı” kandırmacasına sığınarak, düşünmeyi yine keser, alıştığı ”dine” devam eder.

“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11)

Ta ki ölüp de kabire girene kadar bu kandırmaca sürebilir. Eğer insan kendisini ikna etmek isterse, bunu öyle ustaca yapabilir ki bütün dünya bir olsa yine aksine inandıramaz. Cehaletin kendine has bir gömleği vardır. Onu giyen aynada kendisini öyle büyük görür ki bulunduğu açıdan yanlış yapma ihtimalini kendisinde yoktur, her şeyi tastamam görebildiğine dair bir inanç kaplar içini. Ancak o gömlek, ruhla birlikte çıkar gider bedenden. Ruh onu yeniden üzerine almaz, artık kişinin yalnızca ömrü boyunca biriktirdiği kendiliği kalır geride. İşte, hesap anında konuşacak olan da odur.

Bu sebeple, ister yüzyıllardır akan çeşmenin altına kalp kabımızı koyar, tasımızı doldururuz, ister delik kovalarla gezip durur, kuruyan ağzımızı yok sayar iyi olduğumuz yalanına ikna oluruz. İnsanın hayatı içinde lâzım olan bütün bilgiler, kurallar, ayrıntılar, cevaplar bu kitaptadır. Öyle ki o yol göstericidir muttakilere (sakınanlara). 

Hastalıktan korunmak istiyorsam muhafazalı olmam gerekir, yemek yanmasın istiyorsam ocağı vaktinde kapamam. İşte Kur’an-ın de bir koşulu var: Allah için sakınan, dikkat eden, Allah’ın buyruklarına uymak için gayret eden bir kalp, en azından böyle bir niyet taşımak. Sonra dizini büküp önüne oturup seslenmek:

Ey Rabbim, ben geldim. Bütün bilmediklerimle, bildiğimi zannettiklerimle. Gizli ve açık olan günahlarımla, cehaletim ve kibrimle Sen öğret diye geldim. Sen’den öğrenmeye, kitabını açmaya geldim. Bana yardım et.

Kur’an-ı okumak, anlamak, sevmek dünya üzerindeki en önemli iştir. Çünkü bu kitap mahlukatın sahibinin sözlerini taşır bize. Diğer âlemleri, binlerce yıl önceden uyarılar yapan peygamberleri, helak olanları -ibret olsunlar diye-, cenneti kazananları -örnek olsunlar diye-; karı-koca ilişkisini, aileyi, ruh bilimini, psikolojiyi, çocuğu, ağacı, galaksileri, iletişimi, fıtrat derinliğini, gelmiş ve gelebilecek olan bütün imtihanların çözüm süreçlerini, yaşamın ve ölümün kendisini anlatır. Fakat insan, okumaz. Günler içinde döner durur:

Şimdi ne yapmalıyım?

İşte, bir şey yapmalı! Hiçbir şey yapmamak yerine bir şey yapmalı. Tek bir şey. Rabbimizle tanışmaya niyet etmek, O’nun kelimelerini öğrenmek, yaşamı, yaşamı yaratanın kurallarına göre şekillendirmekten daha güzel bir iş var mıdır? Çözümü için ağlayıp delirdiğimiz nice meselenin anahtarı elimizin altındaki kitapta. Ak sakallı dedenin rüyamıza girmesini beklemeyi bırakıp, gerçek bir şeyler yapmanın vakti gelmedi mi?

”İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin (Allah’a yönelip bağlanmasının) zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçince,     kalpleri katılaşanlar (O’nu ve emirlerini umursamayanlar) gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fasık (yoldan çıkmış) kimselerdir.”

Hadid Sûresi, 16. ayet

Share:FacebookX
Join the discussion