en iyisini yapmaya çalışırken hiçbir şey yapamayanlar derneği

en iyisini yapmaya çalışırken hiçbir şey yapamayanlar derneği

En iyisini yapmak için beklerken ya hiçbir zerresini yapamadan ömrümüz biterse?

Seçimlerimizi yaparken, ertelerken, kendimize ”şşşş” derken; her sabah ölüme doğru yürüdüğümüzü unutuyoruz. Yaşadıkça çoğalan en büyük parçamız ölümümüz. Ne kadar ilerlersek ilerleyelim, varmakta olduğumuz yegane hakikat, ölümümüz. O, orada. Sonra, dediğimiz ne varsa hepsinin tam ortasında. El sallıyor, acı acı gülümsüyor. Biz yarın dedikçe uçsuz bucaksız bozkırdan sesleniyor yarın yok ki! 

İçinde bulunduğun durumu bilmiyorum. İç dünyan hakkında hiçbir fikrim yok. Hakikatin nedir, uykunu bölen ne; bilmiyorum bu doğru. Ne olsun isterdin tam şimdi, korktuğun ve umduğun nedir, bilmiyorum. İçinde dolaşan bir kıymık var mı, geçecek mi yoksa ölene dek senle gelecek türden mi, bilmiyorum. Ne desem, eksik yarım kusurlu olur, bu doğru. Aslında dışarıdan bakınca hiçbir meselen yok gibi de duruyor olabilir. Hatta birileri çıkıp senin de derdin zorun bu mu! diyebilir. Onlar böyle dedikçe dişlerini gıcırdatabilir, ellerini yumruk yapabilir, dolap kapaklarını biraz daha sert kapatabilirsin. Nefes nefese olsan da sesini duymayanların ortasında kalmışsındır belki, bilemem olabilir.

Peki şimdi ne olacak, bir bakalım.

Yapmak istediğin bütün o iyi ve güzel şeylerin önünde hepsi birden duruyor olabilir. Gücün yoktur, varsa da şevkin kalmamış olabilir. Hakikati vicdanen bilip gözünün boşluğa daldığı o küçük anlarda neyin yanlış olduğunu ve nasıl uyuştuğunu fark edebilir; sonra hemen sonra hiç o uyanma gerçekleşmemiş gibi kafanı sallayıp perdenin tonuna, halının kıvrımına, sokaktan gelen seslere, akşamki yemeğe.. verebilirsin kendini. Yine de, anlam oradadır. Bütün bir ömür kaçtığına inansan ve ondan uzak yaşasan bile, daima oradadır. İçinde.

Yine de. Gel, bahçeye de çıkalım.

Komşunun çocuğuna bir tokat atarsan, akşama annesi babası gelir, kapıya dayanır. Oysa her gün dövüyorlardır çocuğu ama kendileri dışında bir el kalkmışsa.. dünya yansın! Çocuğuna başkası dokununca kaşını çatan, yüreği kabaran sen; unuttun mu kızdığın, lanet ettiğin kulu da yaratan Allah. Evet, verdiği zarara rağmen o kul Allah’ın. Evet, çok ileri gitti. Evet, yine de hâlâ onun bir sahibi var. Çocuğun ne yaparsa yapsın senin çocuğundur. Kullar, Allah’ın mülküdür. O kul, benim saygımı, sükutumu ve sözümü, bakışımı ve başımı çevirişimi hak etmiyor olabilir evet. Fakat o kulu yaratan Allah’ın hatırına, onun buyruğu uğruna konuşur susar geçer gideriz. Gerçek hissim, yalnızca içimde. Onu artık öyle kolayına açmam, yok. Zoruna da açmam gibi. İçim, bir turşu fıçısı olabilir artık. Ellemesin kimse.

İyisi mi evin kapısını yeniden açalım.

Şöyle otur, yastığı sırtına koyalım. Sırtım, belim hep ağrıyor. Bu yüzden biri oturunca arkasına yastık koymadan edemiyorum. O kadar çok ağrıdım ki, kimselerin bir yerleri ağrımasın istiyorum. Belki de bu yüzden koşup duruyorumdur. Su, diye uzanan bir ses duyarsam, hemen akayım diye. Benim tarlamın bazı yerlerine cennet suyu gerekiyor Rabbim. Bu kuraklığa dünyanın suyu inmeye yetmiyor. Üzerinde gezip duruyor. Çatlaklarımdan içeri sızmıyor ışık. İçerde en içerde birbirine geçen köklerim, kavgasız telaşsız ve hasreti çekmekte cennet sularının. Tattır. Evet, ne diyordum, yastık koyalım, rahat et. Belki sen benim gibi eğrelti otu değilsindir. Kolaysındır, seçilirsin. Eğrelti otlarının sandığa koyulmadığı bu yerde.

Kendimle konuşmaktan senle konuşamadım, affedersin.

Bütün bu arbede arasında, suların durulmasını, her şeyin yoluna girmesini, istediğimiz kıvama gelmesini beklersek; o gün geldiğinde de tek arzumuz tadını çıkarmak, keyfini sürmek olur. Kulluk, boş zamanlarda yapılacak bir aktiviteye dönüşürse, bizi nasıl dönüştürüp inşâ edecek. Ne ola ki keyfiyetle sürülüp içimizdeki parçaları yerine oturtsun. Hangi anne doğurmuş yavrusunu sızı çekmeden. Hangi bebek dişini çıkarabilmiş ağlamaktan tükenmeden. Parçalanmadan, acıya bulanmadan, iyileşmenin kudretine şahit olmadan mümkün mü büyümek? Saksıdaki çiçek kadar mücadelemiz olmayacaksa, ottan daha ot olmaya talipsek, mutluluğun tadını hakkıyla duyabilir miyiz kapıyı çaldığında.

Kulluk, bütün duyguları doygun hâle getiren, iki dünya içinde bizi hazırlayan kuvvetlendiren ulvi eğitim. En iyisini yapmak için beklediğimiz, bekledikçe uzaklaştığımız, iç âlemimize yabancılaştığımız kulluk. Bize, en iyisini yapmak için beklememiz gerektiğini kim söyledi? Bi haber! O sesin sahibi bizatihi şeytandır efendim.  O ister ki hayırdan güzellikten hiç pay almayalım. Kendisini mahrum ettiği cennet nimetlerinden tümüyle uzaklaşalım ister. Yetersiz hissettirir. Az uğraşlarla mümkün olmayacağına bizi inandırır. Oysa cennet Allah’ındır. Kullar Allah’ındır. Ve O’nu ne kadar küçük şeylerin razı edebileceğini tahayyül edemeyiz. Bulunduğumuz imkanların kısıtlılığını tekrar edip durmayı bırakıp, ne yapabiliyorsak onu yapsak? Onu sımsıkı yapsak, bırakmasak.

Dün akşam ve bu sabah dünyaya geleli henüz 4 ay olan Mehmet bey ile beraberdim. Agu gugu ve işte bir takım gülmeler ağlamalar. O kucağımdayken elbette yalnızken elde ettiğim verimi yakalamam mümkün değildi ama düşündüm. Mehmet bebek benim bebeğim olsa, ne yapardım şu anda? Kucağıma aldım, ekranı ters çevirip bir ders açtım 10 dakika kadar not alabildim sonra huysuzlandı mecbur kalktım sonra gezindik, dersi bir müddet de böyle dinledim sonra durdurdum. Dinlediğim yazdığım kâr oldu. Bitti mi, hayır. Aşırı verimli miydi, hayır. Ama hiç yoktan iyi miydi, hem de nasıl.

Ayağımda sallarken Riyazü’s Salihin açtım. Çok daha kısa sürede okuyacağım yeri elle kere belki de beş yüz elli kere durarak okudum. Çünkü işte agu gugu ve daha neler neler. Ama okuduğum kâr oldu mu, hem de nasıl.  Elbetteki bütün gün onla olmak, anne olmak bambaşkadır. Yine de mümkünlük paylarını gördüm. Her şeyden tümüyle el çekmek, tamamen adapte olamama kaygısından, en yüksek verimi elde edememe sıkıntısından ileri geliyor çoğu zaman.

Başka rollerde başka sorun ve bölünmeler mümkün. Hayat hep değişecek, bizim sahip olduğumuz roller artıp azalacak. Dönüşecek. Rahatlık tembelliğe, sıkıntılar el çekmeye ittirecek. Her durum ve koşulda kendimize tekrar edeceğiz:

Elimden geleni, olduğu kadar yapmam gerekiyor. Bunu şiar edineceğiz. Damla damla biriken kaptaki suyu içeceğiz. Umman olmayacak belki. Göl olmayacak. İçinde kanmayacak susuzluğumuzu geçiremeyeceğiz amma su serpeceğiz.

Değmez mi?

Hem nasıl değer. 

Share:FacebookX
Join the discussion