İbnü’l Cevzi rahmetullahi aleyh, aklı selim bir müminin, iç âlemini beyhude meşgul edecek his ve fikirlere zemin hazırlayacak her türlü işten geri durmasını tavsiye eder. İlk okuduğumda beni hayli sarsan ve düşündüren bu bilgiden sonra kaç ay şiir okumamıştım, hatırlamıyorum.
Bazı sohbetleri, şiirleri, hâlleri sonraya bırakma mecburiyetimiz olduğunu böylece öğrendim. Ancak insan, ağzını yakan acı biberi istekle yemeyi sürdürmesi gibi, yarasını deşen şeylere uzanmaktan kimi zaman tuhaf bir haz duyar. Onu daha bir ağlatacak, hislendirecek, mâziyi düşündürecek yollara uzanmak ister. Bilerek, tercih ederek.
Hatta ”dağılmak” istemek son yılların arzu edilen arkadaş toplanma faaliyetleriden birine dönüşmüşken, melankoliden beslenmek giderek daha yaygın daha özenilesi bir yerde duruyor. Peki, mümin bu işin neresinde? Durabiliyor mu? Buralarda durması gerekiyor mu?
Bana sorarsanız, mümin yahut mümin olma derdi olanlarımız, bu seçenekleri nefsi arzu etse de reddederek o yolun en başında sağlam bir duruş edinmeli ve orayı yürümemeli. Çünkü biliyoruz ki bizim için her yol, yürünecek yol değildir. ”Üç beş şiirden, sözden nerelere geldiniz yahu..” derseniz, her ne oluyorsa sözlerle olmuyor mu?
İman ve inkâr. Nikah ve boşanma. Yalan ve hakikat.
Demek ki ”sadece birkaç söz” diyerek bu işin içinden çıkamıyoruz.
Sert kahveyi, bol acılı yemeği sevmek gibi belki, kalp bazen hüznü, yası, acıyı arıyor. Âdeta ona da kanmak, doymak istiyor. Reddetmekte de itidal yok, akmayan yaş insana dert. E ne yapacağız?
Bizim itidalden, orta yoldan başka yolumuz olmadığını anlatır Kitabımız. Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem’in; sevgisinden öfkesine, acısından neşesine, dostluğundan düşmanlığına, yasından eğlencesine büyük bir denge buluruz. İnsana ait hemen her hâl oradadır ancak taşkınlık yoktur, kulluğa mâni olan hiçbir durum yoktur. Acılar, engel olarak okunmaz. Kulluğun devamını hiçbir surette hadiseler etkilemez. Şiir de dinlerler ancak ne kadar ve ne zaman?
İnsan, değiştirmeye hiçbir türlü gücü yetmeyen o şeyleri durup durup baştan düşünmeye alışıyor. Kim bilir, o dakikalarda dünya ve ahireti için nice faydalı şeyler düşünecekti, belki üretecekti, okuyacaktı, dua edecekti. Belki af dileyecekti. Belki de dümdüz uyuyacaktı bedeni dinlenecekti. O ne yaptı? Faydası olmayacak meseleleri düşündü, düşündü, düşündü. Üzüntüler gezindi dört bir yanında. Hüznünü pay etti. Oysa o hüzün ve üzüntü, hatta keder; ona kulluğunda lâzımdı. En büyük azığı olan zamanı ne için, kim için harcadı? Şimdi geriye almak istese gücü yetmez. Kalp yoruldu, teselli de bulmadı. O hâlde bu işten kârlı çıkan kim oldu?
Gücümün yetmediği defterleri önüme serince, acziyetimin sayfalarını çevirmekten başka ne yapmaktayım?
Kendime hatırlatıyorum:
Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem, göz yaşlarıyla amcası Ebu Talib’in ölümüne şahit olurken, ağlayışı ölüme değil, İslâm’ı kabul etmeden onu ahirete yolluyor oluşunaydı. Bu dünya, Rasulullah’a dahi istediğini, istediği gibi vermedi. Sünnetullah Allahu Tealanındır ve O ne dilerse hikmetle, adeletle, rahmetle diler. Hikmetinden sual olunmaz. Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem dahi Allah dilemedikçe bir kalbe hidayetin kapılarını açmaya güç yetiremiyor. Yetiremez. Çünkü kullar, Allah’ın mülküdür. Kullarının kalpleri de… Bizim hayır gördüklerimiz Allah için de hayır mı, bilmiyoruz. Bizim ümit kestiklerimiz belki de Allah için yemyeşil bahçelerdir, bilmiyoruz. Bunca bilmeyişin ortasında, ufka bakıp, kaç yıldır yanan şu sokak lambasına bakıp, içimin ücra semtlerine bakıp bakıp aynı yolları baştan izlemek, baştan üzülmek beyhude. Biliyorum.
Allah, kimi kimin hayrı için kullanır, bilemiyoruz. Rasulullah’ı yetiştiren amcası, ona nice güzellikleri ve de sevginin inceliklerini öğretmedi mi? Öğretti. Fakat amcadaki güzellikler de Allah’a ait ve Allah’ın dilemesiyle idi. Yani Allah, dilediğine dilediğiyle yardım eder. Her iyilik eden, cennet ehli olmaya lâyıktır, diyemiyoruz. Böyle olmamış, Rasulullah’tan öğreniyoruz.
Büyük bir kabulle, sonsuz bir hürmetle her birine iman eden kalbim, dönüp dönüp bulutlanıyor birden. Sonra şöyle teselli buluyorum:
Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem de son ânâ dek, denedi; dua etti, ümit etti.
Yarabbi, sapkınlıkta olan batılda olan Hak’tan dönmüş olan, yolundan sapan ve yolunda öncü olduğunu zannedenlerimizin gözlerindeki perdeyi kaldır. Böyle ölmelerine izin verme. Farkında olmadığımız hata ve günahlarımızı bizlere göster, kalplerimizi İslâm üzere sünnet üzere sabit kıl. Yarabbi, sen elleriyle kendi gözlerini kapatanların da Rabbisin. Aynı defterleri önüne serip acziyet gösterenlerin de Rabbisin. Bizim ümit edeceğimiz yalnız Sensin. Hükmünden razı olduğumuz da Sensin.
İçimize, ateşten korlar bırakan İblis
ancak suları yaratan da Sensin.
-yirmi dört ocak iki bin yirmi üç