birini tanımak istersen, uzaktan bak.
demiş diyenler.
bir uçak, yerimiz pencere kenarında. yükseldikçe bütünü daha net görmeye başlıyoruz. dağlar, vadi ve ovalar bir tablonun içine giderek daha rahat sığıyor, evler ve arabalar küçülüyor. inişe geçildiğinde önce bulutlarla sonra dağlarla pek yakın oluyoruz ve derken arabalar, evler büyür. dağları artık göremiyoruz. bakış, birinden biriyle dolmak mecburiyetinde.
yükseldikçe, ev ve arabalar, insanlar ve insanların peşinde oldukları küçücük kareye sığan dünyamız evcilik oyunu gibi geliyor. kapının önüne hasır atılmış da minicik oyuncaklarla kendisine ev kuran çocukların aralarında çekeledikleri oyuncaklar sebebiyle ettikleri kavga; işte, yaşadığımız bu, diyoruz kendi kendimize. -birbirimizle konuşmuyor muyuz?
bir evcilik oyunu. yükseldikçe oyuncak arabaya dönüşen arabaların markalarını seçmek mümkün değil, kavgaların sesi kısılıyor giderek, hangi ev lüks, seçilmiyor, derken her bir varlık karıncaya dönüşüyor. sonra dağlar, dağlar, dağlar. oysa kimse dağları görmek için yarışmıyor kimseyle, diye düşünüyoruz. düşünüyor muyuz?
ben, dağlara çıkmak istiyorum. on bir eli hep ilk kaybeden olmama rağmen. her merdivende nefesim kesilmesine rağmen. kendime rağmen, içim mağaraların içine girmek çekiyor. sonra yüzüne baktığım dünya, yeni açılan kafelerden bahsediyor yüksek sesle, keşke diyorum, bazı konuşmaları kumandayla kısabilsek. tuhaf tuhaf bakıyorlar. utandınız mı? kalbimize her konuşanın sesi, ve yönelen her bakış böyle kolay giremese. sonra ovala ovala çıkmayanlar oluyor. izi kalıyor. bunları içimden söylüyorum. duyuyor musunuz?
bir masa ortamızda. varsa kivi çayı içebilirim, kahveyi ancak sütlü. konuşalım, lütfen buyurun. sizin hiç taş avlunuz olmadı mı? hep mi avm gezdiniz. borsa, bankalar ve moda, tamam. şurada evler ve arabalar mühim, tamam. altın ve gümüşe yatırım mutlaka. aklı daima ve yalnızca parayla çarpıyoruz. anladım ve reddediyorum. devlete yergi, topluma sövgü. herkesin aklı yitik, parlayan bütün yıldızlar sizin bahçenizde, tamam. çiçekleri sularken bari dişlerinizi sıkmaya ara verseniz? sizi hiç bahçeyi sulayan nineler ve dedeler hortumu uzatıp da ıslatmadı mı? altından geçmediniz mi uzanan suların. parmaklarımdan sular akıyor, bıraksanız da çiçeklere düşse. ne çok kızıyorsunuz, ne oldu? kapıya çarpınca anneniz hep kapıyı mı dövdü.
daima masanın karşısında oturanın suçlu olduğuna inanmaya tutunmak ve böylece yaşamak. bunu konuşalım. insanlar, kuşlar, dağlar ve Allah suçlu çıkıyor içinizde. senin ellerin ayakların ve onlarla tuttuklarının hesabını senden başka herkese sormak istiyorsun, sor. Allah, münezzehtir. Allah hâlimdir. bak, hâlâ sakince seyrediyor seni ve beni. yumruğumuzu sıktıkça parmaklarımızın arasına rahmet ufalıyor, böylece avucumuzu açıp abdest alabiliyoruz. su akıyor, sen ellerini uzatmıyorsun. su akıyor, kuruyan dudaklarınla şikayet ediyorsun. sizi hiç bir acıyla dize getirmediler mi? ondan mı eğilmiyor başınız secdeye. acı, bir yumruk olarak geçer karnına insanın ve insan iki büklüm olur, derken devrilir. canı giden kollarını başının iki yanına, başını da toprağa kor ve der ki: subhanerabbiyel a’lâ. der ki: Allah’ım. sen kederimden, derdimden ve hissemden büyük olan, a’lâ olansın. şifâlandır beni.
bir ayna karşımızda, gözlerim de gözlerinde orada. yüzün nerede silinmiş, bakamıyorsun. kaç dağın yamacına savrulmuş, toplayıp gelelim parçalarını da bir yüz dikelim yeniden sana ve bana. alnımız açık olsun rengimiz bilal kadar ak. sizin hiç balonunuz elinizden kaçıp da göğe savrulmadı mı? çocuklar, elde kalan boşluğu ilk nerede tanır. yumruğunu açmazsan avucuna bakmazsan yüzünü bulup da karşındaki aynaya koyamazsın. balonun hiç yitmemişse, içinde yalnızca borsayı ve nefsini anlatan bir ses taşırsın. duymak istemem. çayı da kahveyi de istemem. iştahım öyle kolay kesiliyor ki. sonra sesim. beni artık duyamıyorsun böylece. kulaklarını ovalıyorsun oysa beyhude. sesimi kaldırıp kutuya koyuyorum. ikindi vakti gelen kuşlara ikrâm ediyorum.
siz hiç ağlayarak yürümediniz mi? nasıl sert böyle topuklarınız.
bir yol, tam burada. ayrılıyor aramızda. duran da oldum, yürüyen de. derken yol oldum. mağrur topukları taşıyamayan, dağlara uzanan bir yol. siz hiç kaybolmadınız mı? nasıl böyle emin zanlarınız. oysa ben, hiçbir şey bilmediğimi öğrendiğim yerlerde yoğurdum yolumun harcını. siz hiç kendinizi unutup da yolda karşılaşınca öylece durmadınız mı? ben durdum. ve işte levhalar buldum, çünkü hakikati unutmakla bilinir âdem oluşum.
78. | “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir.” |
79. | “O, bana yediren ve içirendir.” |
80. | “Hastalandığımda da O bana şifa verir.” |
81. | “O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır.” |
82. | “O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.” |
83. | “Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat.” |
84. | “Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl.” |
85. | “Beni Naîm cennetinin varislerinden eyle.” Şuara Suresi |