الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُّ عَلٰى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِهِ وَأَصْحَابِهِ وَ أَتْبَاعِهِ

أَجْمَعِينَ

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا إِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

سُبْحَانَكَ لَا فَهْمَ لَنَا إِلَّا مَا فَهَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْجَوَّادُ الْكَرِيمُ

رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَ يَسِّرْلِي أَمْرِي

وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي

وَاُفَوِّضُ اَمْرِى اِلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَاد

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam Resûlümüz Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem), onun ailesinin, ashabının ve onlara güzellikle tabi olanların üzerine olsun.

Ya Rabbi! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Senin bize öğrettiğinin dışında  ilmimiz yoktur. Şüphesiz Sen her şeyi en iyi bilen her işi hikmetli olansın.

Ya Rabbi! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Senin bize gerçeği anlattığının dışında bizim anlama imkânımız yoktur. Şüphesiz Sen çok cömertsin ve çok ikram sahibisin.

Ey Rabbim! Göğsümü ferah eyle, işimi kolaylaştır. Dilimin bağını çöz de sözümü anlasınlar.

Ben işimi Allah’a bırakıyorum. Şüphesiz Allah kullarını görendir.

Selamun Aleykum ve Rahmetullah.

Bu akşam vakar hâlini konuşacağız.

Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim. Allahümme salli âlâ seyyidina Muhammed.

Müslümanın hangi kıvamda olması gerektiğini, vakarın ne olduğunu ve nasıl vakarlı davranabileceğimizi konuşacağız inşallah. Bizim zihin yapımızda Müslüman kimliğimize karşı bir bozukluk var. İstiyoruz ki kimse bize karışmasın biz de kimseye karışmayalım. Namazımızı kılalım, Kur’ân’ımızı okuyalım, kenardan kenardan yaşayalım ve sonra hep birlikte cennete gidelim. Arzu ettiğimiz malesef bu. Fakat İslam şuurunda böyle bir durum söz konusu değil.

Resûlullah aleyhisselatu vesselam müşriklerin tadını kaçırıyor, canını sıkıyor. Müşrikler de Resûlullah’ın (as) canını sıkıyor. Anlıyoruz ki biz bu dünyadaki herkesi sevemeyiz. Öyle bir dünya yok. Resûlullah (as) bu dünyadaki herkesi sevmemiştir ki O en sevgi dolu kalbe sahip. Yine o kadar saygıdeğer, güvenilir ve harika bir insan olmasına rağmen bütün insanlar da onu sevmemiştir. Haşa! O’nun çok pis, kötü, sevilmeye layık olmadığını söylemişlerdir kendi içlerinde. O’nu bir tehdit, bir fitne, bir kötülük timsali olarak görmüşlerdir düşmanları. Ama bin kere haşa, Resûlullah (sav) böyle bir adam değildi.

Dünyadaki herkes bizi sevmeyecek ve lütfen sevmesinler. Biz de bu dünyadaki herkesi sevmeyeceğiz. Önce hakikati kabullenmemiz gerekiyor. Diğer türlü bir ortama girdiğimizde niye beni sevmiyor, niye bana selam vermedi, niye bana bakmıyor? Gibi düşüncelerle kendimizi yorarız. Bazı insanların benimle hiç muhatap olmaması, gerçekten çok mutlu eder. Kötü ve boş sözler duyacaksak, Allah’ın razı olmadığı sözleri konuşacaksak, amel defterlerimizden soldakini dolduracaksak susmamız daha iyi daha güzel.

Eğer gerçekten bir duruşunuz, karakteriniz varsa, hayatta birtakım doğrularınız varsa; İslamsız olsa bile insanın hayata karşı net bir duruşu varsa herkesi sevemez. Çünkü insanların doğruları, değer yargıları ve sevdikleri unsurlar değişir. Dolayısıyla bunlar bizim birbirimize karşı sevgimizi, muhabbetimizi de etkiler. Dikkat ederseniz saygı duyamaz demiyorum. Farklı fikirlere saldırmak elbette erdem değildir. Biz önce kendimizi düzelteceğiz ancak Allah’ın sınırlarına bir saldırı varsa mecburen müdahale edeceğiz.

Velhasıl ‘’Aman tadımız kaçmasın, aman canımız sıkılmasın, herkes beni sevsin, ben de herkesi seveyim’’ gibi bir yaşam mümkün değil. Onu bir kabul edeceğiz. Biz herkesi sevemeyiz, herkes de bizi sevemez.

İslam, bedel ödemek üzerine kurulu bir sistemdir. Ruhen, bedenen ve kalben bedel öderiz. Bedel ödedikçe derecelerimiz artar. Bütün peygamberlerden bunu öğreniriz. Hepsi farklı yollarla, farklı koşullarda kullukları için Allah’a karşı bedeller ödemişlerdir. İslam, bedel ödemektir. Kulluk namına ödenen bedellerle ilerlemektir.

Kıvam kelimesini açacağım şimdi. Kıvam ve vakar üzerinden gideceğiz. Kıvam; bir şeyin kendine göre en uygun derecesi, ölçüsü ve zamanı demektir. Aynı zamanda Hepimizin yoğrulduğuna inanıyorum. Bilmiyorum, hiç börek açtınız mı? Börek hamurunun çok yumuşak olması gerekir onun çarşafta rahatça açılabilmesi için. Ama bazen kıvamı doğru yakalasanız da doğru yoğursanız da hamur kendini sıkar, hiçbir şekilde gevşemez. Kaslarınızın sıkılması gibi düşünün. Hamur kendini sıkar ve açılmaz. Bu soğuk havalarda daha çok yaşanır, sıcakta daha rahat açılır. Bazen de hava sıcaktır, siz unu doğru koymuşsunuzdur ama un bu sefer kalitesizdir ve hamur yine açılmaz, kendini tutar, sıkı hâle getirir. Bir de kıvamlı hamurun açılması var. İyi unla, iyi kıvamla çok iyi yoğurulması gerekir. Eğer yeterince yoğrulmadıysa, un birbirine geçmediyse topaklı bir hamur elde ederiz. Bundan da yine iyi bir börek açılmaz ama un kaliteliyse, iyi yoğrulduysa ve yeterince beklediyse, hamur doğru kıvamdaysa çok iyi bir börek elde edebiliriz. Aynı böyle bizim de belki iki yıl önce yapamadığımız işler vardı ama bugün onu artık başarıyor olabiliriz, elhamdülillah. Bu kıvam almakla ilgili.

Yine bugün bize çok zor gelen kulluğumuzu zorlayan ve başaramadığımız noktalar olabilir içimize dert olan. Ama ısrar edersek, vazgeçmezsek, hamuru yoğurmaya devam edersek inşallah birkaç sene sonra, belki beş sene sonra biz onu yapabiliyor olacağız. Bu hamur açılacak Allah’ın izniyle. Sürekli yoğuruyoruz, un ekliyoruz, su ekliyoruz bir şeyler yapmaya çalışıyoruz hep bir yoğrulma hâlindeyiz. Doğru kıvamı bulana kadar bundan vazgeçmeyin. Börek değil ki vazgeçelim, kendimizi yoğuruyoruz!

Kıvam için ilk maddede demiştim ki: Bir şeyin kendisine göre en uygun derecesi, ölçüsü, zamanı. Hem miktar önemli, hem ne kadar verdiğimiz ve ne zaman verdiğimiz çok önemli. Bu insan ilişkilerinde de öyle, kendimizle olan ilişkide de öyle. Daima adım adım gitmek lazım.

Gelelim vakar kısmına. Vakar başlığının altında şunları göreceğiz: haysiyet, ağırbaşlılık, heybetli olmak, temkinli olmak ve şerefli olmak. Vakarlı olabilmek için bunların hepsine ihtiyacımız var. Ayet-i kerimede Allah buyuruyor ki esteizübillah:

Biz sizi bütün insanlığa vasat bir ümmet kıldık.”[1]

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطاً

Bunu sahabe efendilerimiz için söylüyor Allahu Teâlâ. Medine Dönemi’nde inen ayetlerden. Vasat; bizim bildiğimiz anlamıyla düşük, basit, ucuz demek gibi. Daha ziyade zihinlerimizde böyle bir tanım var.

Fakat aslında vasat kelimesinin anlamı; orta hâlli, dengeli demek. Vasat düşük, basit ya da ucuz demek değil; vasat orta hâlli, dengeli, olması gereken kıvama ulaşmış olan.  Allahu Teâlâ sahabe efendilerimiz için:

‘’Onlar vasat bir ümmet’’   جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطاً

diyor.  Yani her şeyin ortasını bulan, dengeli olan, olması gerektiği gibi olan ümmetti. Onlar dünyaya hâkim olduğunda da dünyada refah vardı. O zaman İslam dünyaya hâkim olduğunda Hristiyan da mutluydu, Yahudi de mutluydu, Müslüman da mutluydu. Neden? Çünkü onların da can ve mal güvenliği sağlanıyordu, Müslümanların da sağlanıyordu ve hiçbir şekilde zenginin sofrasında beş çeşit varken fakir ekmeksiz kalmıyordu. Herkese ulaşması gereken şey ulaşmış oluyordu. Harika bir ekonomi sistemi vardı, siyaset sistemi vardı. Hepsiyle dengeli bir şekilde dünyaya hâkim olmuştu. Vasat, insanın olması gereken kıvamı bize verir. Asr-ı saadet bu ümmetin örnek hâlidir.

Vasat; dengelidir, insanlar şahittir, orta hâllidir, hatırlatıcıdır, bütün insanlığın mayasıdır. Allah, uçlarda yaşamımızı, harika olmamızı, uçmamızı, kaçmamızı, tılsım peşinde koşmamızı değil; ayaklarımızın yere basmasını, dengeli ve itidalli olmamızı istiyor.

Demeliyiz ki: ‘’Ben düzelirsem dünya düzelir.’’ Dünya ne zaman düzelecek değil, ben düzelirsem dünya düzelir. 90 sonrasındaki yeni nesildeki en büyük problem:  büyümüyorlar.

Nihayet diye bir dergiyi takip ediyorum. Tavsiye ediyorum. Nihayet’in 2-3 yıl önceki sayısında olabilir, belki biraz daha öncedir. Kamusal alanda erkek diye bir sayısı vardı. Ergenlikten çıkamayan erkekleri konu alıyordu. Ahmet Murat yazmıştı. Adam 25 yaşında, 30 yaşında hâlâ sadece bilgisayardan oyun oynuyor, hâlâ üniversiteyi bitirmeye çalışıyor. Geliyor eve sandviç yiyor, arkadaşları ile gezmeye gidiyor ve geliyor. Sen 13 yaşında mısın? Sen 30 yaşındasın artık. Bitmemiş ergenliği. Bitemeyen bir ergenlikle karşı karşıyayız, bitemiyor ergenliği. Atarları, oyunları, uyuşuklukları bitemiyor ama bitti. 30 yaşındasın artık, 25 yaşındasın. Geçip bir bilgisayarın karşısına 2 saat, 3 saat, 4 saat oyun oynamak… Bitmeyen bir ergenlikle karşı karşıyayız.

Şimdi ben şunu beklemiyorum: Otursun herkes ilim alsın, bütün gün fıkıh okusun, saatlerce kalkmasın. Hayır, bu değil kastettiğim. Bütün gün Kur’ân okusun ama faydalı bir şey izleyebilir, kalkıp yürüyüş yapabilir, evde bir şey üretebilir, gidip duvara bir çivi çakabilir, bir şey tamir edebilir, tarlaya bir şey ekebilir ama bir şey üretir, bir şey yapar, bir şey yaparsın. İlla kitap okumak değil bahsettiğim. Ama bugün kadınlar dizi izliyor, erkekler oyun oynuyor. Çok büyük bir sorun içerisindeyiz bu konuda ama insanların değil, bizim düzelmemiz lazım. Hep benim düzelmem lazım.

90 sonrası nesil büyümüyor ve yetişkinlik bir türlü gelmiyor. Eskiden 70’lerde 80’lerde doğduğunda insanlar 10 yaşından itibaren eve katkı sağlarlarmış, mutlaka bir yerde çırak olarak işe girerlermiş. Bugün ustaların, zanaat sahibi olan insanların en büyük sorunu: çırak bulamamaları.

Yine Nihayet’in sayılarından birisiydi bu çırak sorunu. Orada berberler, boyacılar ya da başka yerler çırak bulamadıklarını söylüyorlar. Niye kimse çocuğu berber olsun istemiyor, kimse çocuğu manav olsun istemiyor. Niye? Vallahi gocunmam ya çocuğumun esnaf olmasından, bir şey olmasından. Rızkı veren Allah’tır. Tabii ki okumak istiyorsa okusun, bilim adamı olmak istiyorsa olsun, öğretmen olmak istiyorsa olsun. İyi de herkes öğretmen olursa kim elma satacak, kim terzi olacak? Bunlar da lazım. Bunlar küçük işler değil ki. İyi bir terzi küçük bir şey mi? Değil. Herkesin çocuğu profesör olsun. Benim çocuğum olsa önce insan olsun gerçekten.

30 yaşında hâlâ okuyorum, diyor erkek çocukları. Erkek adamlar hayatı tanımıyor, sorun çözmeyi de bilmiyor. Dolayısı ile evlendiğinde evliliğini de yönetemiyor. Çünkü 30 yaşına kadar oyun oynamış, hiçbir şekilde bir yerde çalışmamış bir erkeğin 20 yaşına gelip, 25 yaşına gelip, 30 yaşına gelip hiç çalışmamış olması, sadece okula gitmiş olması bence çok büyük bir eksik ve ayıp. Kesinlikle çok büyük eksik ve ayıp.

19 yaşında örtündüm, ondan önce bir örtüm yoktu ve 15 yaşından itibaren çalıştım, birçok farklı işte çalıştım. Ekmeksizlikten öleceğimden de değil. Tamam, çok zengin bir aileye sahip değildim ama açlıktan da ölmezdim evin içinde. Çalışmak istediğim için çalıştım. Eve katkım olmasını istediğim için çalıştım. 15 yaşından itibaren her yaz, okul dönemlerinde yarı zamanlı ve yarı yıl tatillerinde çalıştım. Para kazanmak istedim, bir katkım olsun istedim. Hani ben kız başıma onu akıl edebilmişsem lise 1 de. Liseye giden bir çocuk, kesinlikle bir yerde çalışmakla bir çıraklık yapabilmeli.

Burada anneler vardır. Lütfen! Çocuklarınızı sanayiye gönderin, sürekli dershaneye göndermeyin. Küçük yaştan itibaren çalışmanın çok katkısını gördüm. İş hayatında bir sürü insan tanıdım, bir sürü patron tanıdım, farklı mizaçta kişilikler tanıdım. Şimdi öğretmenim. İnanın benim veli ilişkimden, öğrenci ilişkime, idare ile olan ilişkimden esnafla ilişkime, hepsinde bana artısı oluyor daha önce bir yerde çalışmanın. Esnaflık yaptım, telefoncuda çalıştım, fotoğrafçıda çalıştım, bulaşık yıkadım, restoranda çalıştım, yemek yaptım, çocuk baktım. O kadar çok işte çalıştım ki. Herhâlde hangi iş buluyorsam helal oldukça hepsini de çalıştım. Yeter ki dedim para kazanayım, eve yardım edeyim ve tecrübem olsun. Niye bunu bir erkek düşünemiyor?

Bir erkeğin bugün evinin arabasının olmaması benim için ayıp değil. Evi arabası olamayabilir. Bu bir ayıp değil. Marka bir ayakkabı giymemesi benim için bir ayıp değil. Ayda bir dışarıda yemeğe gidemeyecek olması benim için ayıp değil. Ama bir erkek hiçbir yerde çalışmadıysa 25 yaşına gelene kadar bence bu çok büyük bir ayıp. 20 yaşına gelene kadar çalışmadıysa da bu tabii ayıp. Kimseye değil kendisine karşı.

İnsan çalışacak bir yerde, bilecek para nasıl kazanılır. Tembelliği hiçbir şekilde makul bulmuyorum.

Buna karşın kızlar da aşırı derecede tembeller. Kendi jenerasyonum için de söylüyorum. Yumurta kırmak için bile hâlâ annelerini arıyorlar. Kendisini doyurmayı kız da erkek de bilmeli. Bugün bir kız çocuğum olsa tabii ki ona bütün evin işini yaptırmam. Niye yaptırayım? Ama çok küçük yaşlardan itibaren ona minik minik öğretirim. Mutfağa da sokarım, banyodaki bir işe de sokarım. Evin işini ona yıkmam ama öğretirim. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmayayım, niye Elizabeth Taylor mı? Niye? İsterse krala varacak olsun. Bir anda kocası çökse, iflas etse çamaşırı da kendisi yıkayacak, yemeğini de kendisi yapacak. Belki bir gün çadırda kalacak. Bu kız/ erkek niye bilmiyor iş yapmayı?

Ben demiyorum köle olalım. Durumum varsa evimde yardımcım olsun isterim. Gelsin birisi bana yardım etsin, camları başkası silsin. İmkânım varsa evde bir yardımcım olsun. Çok çabuk yoruluyorum çünkü gerçekten. Ama öyle bir imkânım yoksa da evimi çekip çevirebilmek isterim. Bir kız çocuğu tabii ki çorba yapmayı bilmeli. Herkes börek açmayabilir ama bir türlü yemeği yapmayı bilsin, bir çorba yapmayı bilsin, kahvaltı hazırlamayı bilsin. Dünyanın sonu mu? Hiçbir şey dünyanın sonu değil de bu çocuk ders çalışıyor. Atomu mu parçalıyor, uzaya uzay aracı mı gönderiyor, ne yapıyor?  Ders çalışmak put hâline gelmiş durumda. Tekrar altını çiziyorum baklava açsın, börek açsın, harika her yer parlasın demiyorum. Ev işi kölesi olunmasına da karşıyım. Kadın deli gibi çalışsın, evdeki bütün işleri bitirsin,hayır böyle bir şey yok.

Bir adam evin içinde yaşıyorsa kesinlikle kendi kirlisini sepete atabilecek kadar da aklı çalışıyordur herhâlde. Bu kadar da aklı çalışmıyorsa evlenmesin. Kirlisini sepete götürebilecek kadar akıl yoksa evlenmek onun için sağlıklı bir karar olmayacaktır. Kesinlikle erkek de bir yumurta kırmayı, bir çorba kaynatmayı bilmeli, bir evi süpürmeyi bilmeli ve yapabilmeli. Elektrik süpürgesinin düğmesine basıyorsun ve çalışıyor. Niye yapamayacakmış? Kadın da bir çivi çakmayı bilsin. Dikiş dikmeyi bilmiyor olabilirsiniz, herkes dikiş dikmek zorunda değil ama iğneden de ipliği geçirmeyi bilin. Bir düğmenizi dikmeyi bilin. Bu dünyayı kurtarmak değil.

Beceriksizlik daha ziyade gayretsizlik ve tembellik çok çirkin iki haslet. Harika şeyler yapmak zorunda değiliz, moda evimiz olmak zorunda değil, harika yemekler pişirmek zorunda değiliz, evimiz parlamak zorunda değil. Bir insan kadın ya da erkek bir düğmesini dikebilmeli. Oğlum olsa ona da öğretirim, bir erkek düğmesini dikebilmeli. Kadın hayli hayli dikebilmeli, karnını doyurabilmeli, evde pislik varsa bunu alabilmeli, kirlisini sepete atabilmeli. Artık bunları söylemek ayıp yani. Ama çocuğa öğretmiyoruz. Çocuk yatağını toplamayı bilsin. ‘’Sınavı var hiçbir şey yapmasın.’’ Ne sınavmış, ne sınavmış! Herkes profesör oluyor sanki. Böyle bir durum yok.

Bizim neslimizde gerçekten çok ciddi bir sorun. Yakinen de tanıyorum,  etrafımdaki insanlardan da iş yapmayan çok çok çok insan tanıyorum evlenene kadar. Bunun sağlıklı bir durum olduğunu düşünmüyorum. Tekrar altını çiziyorum. İş yapmak erkeğe köleleşmekten bahsetmiyorum. Kadının kesinlikle böyle bir pozisyonu yok. Kesinlikle herkes kendi pisliğini temizleyebilmeli, tabağını sofraya koyabilmeli. İki taraf da insan ve aynı evde yaşıyorsa tabii ki bunların hepsi ortak yapılabilmeli.

Bizim jenerasyonda böyle bir tembellik, gevşeklik, beceriksizlik hasıl. Eski nesilde de bozulma görüyoruz tabii. Bütün bunlar vakarsızlığı da beraberinde getiriyor. Artık eski nesilde de telefon bağımlılığı ve Esra Erol, Müge Anlı bağımlılığı görüyoruz. Gerçekten böyle! Yaşı büyük olan ihtiyar bir insan ya da olgun bir insanın evine gidip nasihat dinlemiyorsunuz. Çünkü hepsi, kimin çocuğu kimdenmiş bunun programını dinliyor. Utanç verici… Vakarlı bir mümin, olgun bir mümin oturup günlerini bununla harcamaz. Dilerim ki Rabbimden 40 yaşıma, 50 yaşıma, 60 yaşıma geldiğimde böyle şeylerle meşgul olmuyorumdur. Hikmetli ve güzel bir insan olmuşumdur. İnşallah o yaşlarımda yaşıyorsam ve gençlere yol gösterebilen birisi olmuşumdur. Daha iyi bir insan olmuşumdur.

Bugün gençlerin en büyük eksiğini, hasretini çektiği; danışabileceği büyükler olmaması. Büyüklerin dizilerle, filmlerle, programlarla kafayı bozmuş olmaları. Bugün gençlerde de vakar yok, ihtiyarların çoğunda da vakar yok, maalesef Böyle bir yokluk içindeyiz. Olanlara da Allah daha uzun ömürler nasip etsin, onlardan istifade edebilmeyi bizlere nasip eylesin.

Resûlullah (as) bir yere uğruyor ve orada Ümmü Ma’bed diye bir kadın var. Yarım saat kadar Resûlullah orada bulunmuş ve Resûlullah’ı tarif ediyor. Yarım saat bakın, diyor ki:

’Sustuğu zaman vakarlı, konuştuğu zaman zarif ve heybetli, konuşması birleştirilmiş nazım incileri gibi (şiir), sözleri oldukça tatlı, hakla batılı birbirinden ayıracak kadar açık ve netti.’’[2]

Çok güzel bir tarif. Sonra sahabenin Resûlullah hakkında tarifleri var:

Ondan daha az konuşan birini hiç görmedim.” demiş.

Bir başkası:”Saatlerce konuşsanız ondan sadece birkaç kelime duyardınız. Sahabe çok konuştuğu zaman da kendisi susup gülümserdi. Onların susmasını beklerdi çünkü çok konuşmaktan ve çok konuşulmasından çok hoşlanan birisi değil.’’

Peygamberimiz’in (as)  dört çeşit susması varmış:

1- Söylenen sözlere tahammül ederek susmak.

2- Başına fiilen bir iş geldiğinde, olumsuzluk geldiğinde sabrederek susmak.

Başından pislik dökülüyor, önüne insanlar çıkıyor, öldürmeye kalkıyorlar… Davranışsal olarak şiddet boyutu var bunun. Olumsuzluklara sabrederek susmak.

3- Her türlü sataşmadan sakınarak susmak.

Görüyor oraya girse orada bir sataşma gelecek, oradan bir tartışma büyüyecek. O yüzden susuyor, oradan uzaklaşıyor.

4- Güzelliğe ve övgüye karşı susmak ve tefekkür etmek.

Bir güzellik gördüğü zaman, çok hoşuna giden bir şey olduğu zaman övmez, susarmış, Allah’a tefekkür edermiş. ‘’Rabbim bunu ne kadar güzel yarattın?’’ Ya da çok sevindiği bir şeyle karşılaştığında da gayet sakin kalıp, susup, mutluluğunu sessizce yaşayıp, yine Allah’a tefekkür edermiş. ‘’Rabbim bu güzelliği nasip ettiğin için şükürler olsun.’’ diye. Veya birisi onu övdüğünde ‘’Ya Resûlullah ne kadar güzelsin, ne kadar iyisin.’’ Yine sadece susarmış, hiçbir şey söylemeden, tefekkür edermiş. Çünkü ‘’Rabbim bu güzellikleri bana Sen verdin’’ diyerek Allah’ı hatırlarmış.

Neymiş susması? Dört tane: tahammül ederek, sabrederek, sakınarak ve tefekkür ederek. Biri bize iki tane güzel şey söyleyince, ne oluyor? Estağfirullah, estağfirullah diyoruz. 50 kez o şeyi aslında kabul ederek. Âlimler de insanlar kendilerini övdüğü zaman şöyle dua ederlermiş:

Ey Rabbimiz! Sen bu halkı yalancı çıkarma. Biz onların bildiği gibi değiliz ama Sen bu halkı yalancı çıkarma. Onların bildiği gibi olmamızı nasip eyle ‘’ diye.

Resûlullah (as) namaza bile koşarak gelinmesini yasaklamıştır.

’Namaza bile geliyorsanız yürüyerek gelin.’’ [3]

diye sahabeye emretmiştir. Ki bu dünyadaki en kıymetli amel, en kıymetli fiil, namaz biz insanları için. Cemaatle namaz 27 katı, 27-25 katı arasında diye söylerler. Öyleyken bile cemaatle namaza koşarak gelmeyin, yürüyün, diyor Resûlullah sakin sakin. O zaman bizim başka hiçbir şey için koşmaya hakkımız yok. Mesela maalesef bazen çok hızlı hareket ederim, azaltmaya çalışıyorum ama özellikle okulda. Okul üç katlı. Bir 1. katta ders, bir 2.katta ders, bir 3.katta ders siz beni bir görün. Bir orada, bir burada, bir şurada ama mesela koşmamam, yavaş yavaş yürümem lazım. Çünkü Resûlullah namaza bile sakin sakin, yavaş yavaş gelin demiş. Bütün bunlar vakarımızı alıyor. İnşallah bir gün benden vakarlı mümin olur. Bazen kendimi yakın hissediyorum ama bazen de hiç yakın hissetmiyorum vakar hissine.

Sonra Hac meselesi bizde çok önemli ibadetlerdendir. Hac için de Resûlullah şöyle söylemiş:

Hayır, develerin acele etmesinde değildir.”

Bunu Hac bahsinde söylüyor. Hac yaparken bile hiçbir şekilde acele etmeyin, sakin sakin hac yapın diyor. Hac da en çok kavganın çıktığı yerlerden birisidir maalesef. Şeytan çok uğraşır orada da ve insanların hep acelesi vardır ama acele şeytandandır. Bunu aklımıza kazıyalım. Acele şeytandandır, acele şeytandandır, acele şeytandandır… Her türlü işteki acele şeytandandır. Bir tek şurada acele edebilirsiniz: Birine bir iyilik yapmaya karar verdiniz, sadaka vermeye karar verdiniz. Onu hemen yapın. Çünkü şeytan orada size hiç acele ettirmez zaten. Hep yarın verirsin, sonra verirsin. Sonra bir bakmışsınız o parayla başka bir şey almışsınız o para gitmiş. O parayı hemen verin o yüzden.

Benim tavsiyem: Belli bir maaşınız varsa ya da elinize harçlık geçiyorsa ailenizden. Parayı elinize bütün olarak aldığınızda direkt sadaka miktarını ayırın. Toplu bir miktar ayırın. Bu 20 lira da olur, 10 lira da olur, 50 lira olur, durumunuza göre ayırın ve verin. Sonra yanınızdaki paradan yine durumunuza göre az az verirsiniz. Sadakayı hep vereceğiz zaten. Ama para elinize geldiğinde sadaka miktarını tak ayırmış olun yani. O zaman daha iyi olur. Ertelenen sadakalar verilmez genelde.

Vakar, hilm getirir. Hilm, sakinlik demektir.

Onun hilmi cahile karşı artardı.

Bu çok önemli bir bilgi. Çünkü cahil, insanı sinirlendirir, cahil insanı çıldırtır. En kötü cahilse ailenin içindekidir. Allah bizi cahillerden olmaktan muhafaza buyursun. Cahillerle karşılaşmaktan da muhafaza buyursun. Cahil kimdir? Okuma yazma bilmeyen değildir, cahil Allah’ı bilmeyendir.

Bir insan Allah’ı bilmiyorsa ve düşünmesini bilmiyorsa ona hangi açıdan konuşursanız konuşun söyledikleriniz aptalca gelecek zaten. Ne söylerseniz söyleyin mantıklı gelmeyecek. Çünkü cahil, aynı açıdan bakmıyor. Allah’la birlikte bakmıyor. Siz Allah’la birlikte bakıyorsunuz.

İki; gerçekten cahil olan insanlar var. Mesela Resûlullah’ın (as) döneminde de bedeviler var. Bedevilerden birisi, bir keresinde mescide gelip tuvaletini yapıyor Resûlullah da oradayken. Sahabe çok sinirleniyor ayağa kalkıyor, adamı dışarı atacaklar. Resûlullah diyor ki: ‘’ Durun, işini gidersin.’’[4] Çünkü bir insan tuvalet ihtiyacını giderirken korkutulursa ve durdurulursa sağlık açısından zararlı olabilecek bir durum. Resûlullah diyor ki: “Durun, işini gidersin.” gideriyor, mescidde gideriyor işini. Sonra Resûlullah onu kenara çekiyor, nasıl taharetleneceğini, tuvaletini nasıl yapması gerektiğini, nerede yapması gerektiğini adama anlatıyor ve adamı gönderiyor. Oraya da su döküyor.

İşte cahil. Buradaki cahillikten pay biçin, karşılaşabileceğimiz cahillikleri ama orada bile Resûlullah’ın sinirlenmediğini, azarlamadığını ve kimseyi küçük düşürmediğini görüyoruz.

Demek ki muhatabımız ne kadar haddi aşarsa aşsın bizim aşağılamak gibi bir hakkımız yok. Gerçekten Rabbim Resûlullah’a (as) benzemeyi bize nasip eylesin. Bu ne kadar güzel bir insan! Furkan Suresi’nden bir ayet esteizubillah:

Rahman’ın has kulları onlar ki yeryüzünde vakarla yürürler, cahiller kendilerine laf atarsa ‘Selam’ der geçerler, hiçbir şekilde tartışmaya girmezler.’’ [5]

وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْناً وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً

 

Lütfen tartışmayın, lütfen! Şimdi, bir insan ısrarla tartışma arıyorsa anlaşmaya niyeti yoktur. O birtakım duygularını tatmin edecek. Bunu kendinize yapmayın. Deyin ki : “Tartışmak istemiyorum.” “Peki, ben tartışmak istemiyorum.” Bir şey çözülmeyecekse konuşmanın gerçekten anlamı yok. Önceden anlatabilmeye çalışırdım. İlla İslami bir konu olmasa bile. Anlaşmazlık yaşıyoruz, anlatmaya çalışıyorum. ‘’Bak şöyle, bak şu yüzden, bak şöyle.’’ Git duvara konuş daha iyi. Bazı insanlar anlamamak için kendini programlar. O, kendini o kadar net programlamışsa anlatacak bir şey yok. Zaten tartışmanın kimseye hayrı yok.

Vakarlı olmak; affetmeyi getirir, izzetli olmayı, heybetli olmayı, sabırlı olmayı, infak etmeyi, sükûneti ve sadakati beraberinde getirir. Ne kadar güzel hasletler getirdi bize. Vakar yoksa hafif meşrepli olunur. Hafif meşrep sadece kadınlara has bir özellik değildir. Hafif meşrep nerede nasıl davranacağını bilememek, ucuz hareketlere sahip olmaktır. Çok hafif meşrepli erkekler de var.

Bugün ümmetin en büyük sorunlarından birisi: imam olmaması. İmam yok. İsterim bugün Adapazarı’nda birisi olsun gitsem ve soru sorsam. Gitsem dinlesem gerçekten. Bir imam olsa, sorunlu evlere gitse, yardımcı olmaya çalışsa. Gençler olsa, böyle benim gibi genç bir erkek olsa insanları yakalamaya çalışan. Çocuklara bir şey anlatmaya çalışıyorum, mahalledekileri yakalamaya çalışıyorum ama mesela mahalledeki çocuklarım büyüyor. Şimdi 8. sınıfa geçen var. Onun bir ağabeye ihtiyacı var. Onunla bir erkek olarak konuşması lazım. Müslüman birisinin ona örnek olması lazım. Bunu yapamıyorum ve yok. Tanımıyorum. Keşke olsa böyle erkekler olsa. Küçüklerle, gençlerle ilgilense onlarla top oynasa. Onların ilk gençlik çağlarında yanında olsa, onlara imamlık etse, onlarla gidip maç yapsa, sonra onlara namaz kıldırsa nerede bunlar? Yok.  İnşaallah yetiştirdiklerimiz yapar.

İsraf üç konuda olur:

1.Vakti israf etmek

Bir insan vakarlı değilse ki vakar çok güzel bir erdem, Müslüman için cennete yaklaştıracak çok güzel bir haslet. Vaktini israf eder. Sosyal medyayla, dizilerle, filmlerle, bomboş şeylerle vaktini israf eder vakarsızsa.

2.Duygularını israf etmek

Demin bahsettiğim kusma hadisesi bununla ilgiliydi. Duygularınızı suistimal etmelerine izin vermeyin. Bazen bir insan sizden pozisyon olarak yüksektir. Sizi aşağılık hissettirerek duygularınızı sömürmeye çalışır. Ona izin vermeyin, kimse bizden üstün değil. Pozisyon olarak üstün olabilir, kendinize güvenin, kendinizi ezdirmeyin insanlara karşı. Bazen insanlar da sizden pozisyon olarak çok alt kademede yer alırlar, bu sefer de vicdanınıza oynarlar duygu sömürüsü yaparak. Bu ailenizden birisi de olabilir. Duygu sömürüsü yaparak sizi kendinize kötü hissettirirler, sorumlu hissettirirler. Allah kendimizi korumamızı çok istiyor. Duygularınızı sömürmelerine izin vermeyin, ne sizi aşağı ağlamalarına ne de kendinizi vicdanen kötü hissettirmelerine izin vermeyin. Biz Allah’a karşı sorumlu hissetmek zorundayız.

‘‘Harcadığınız her şey başka şeylere zarar verir.’’

Vaktimizi, duygumuzu, davranışlarımızı yanlış yerlerde harcarsak doğru yerde kullanamayız. Mesela Allah için sinirlenmemiz gerekiyordu orada sinirlenmedik, gideriz evde başkasına sinirleniriz. Çünkü sen doğru yerde sinirlenmedin. Veya bir yerde Allah için susmamız gerekiyordu, susmadık. Bu sefer başka bir yerde susman gerekiyor, orada susmuyorsun. Davranışlarımızı Allah’a göre belirlememiz lazım. Allah için konuşmamız gereken yerde konuşacağız, susmamız gereken yerde susacağız, şahlanmamız gereken yerde şahlanacağız, durmamız gereken yerde duracağız. Mesela kibirden hiç hoşlanmıyor Allah Resûlü.

Bir sahabe bir savaş meydanında çok iyi bir heybetli yürümüş, böyle kılıcını kaldırmış, heybetli heybetli havalı havalı yürümüş. Resûlullah (as) demiş ki:

Vallahi! Allah, bu yürüyüşü sevmez ama bu meydanda böyle yürünür.”[6]

Vallahi Allah bu yürüyüşü sevmez bu kadar kasılarak, bu kadar kendini beğenerek yürümeyi sevmez ama bu meydanda bu lazım. Demek ki düşmanla karşı karşıya geldiğimizde çok vakarlı, çok havalı, kendimizden emin olacağız. Mesela bir İslam karşıtı, İslam düşmanı bir insanla karşı karşıyayız. Asla onun karşısında ezik büzük durmayacağız asla. Kuvvetli olan taraf biziz, güçlü olan taraf biziz. Ya da namaz kılacağız mesela çok kendimizden emin bir şekilde kalkıp kılacağız. O an ki ortama hiç uymuyor olabilir, çekinmeyeceğiz namaz kıldığımız için. Veya faiz kullanmadığımızı söylerken, kredi kart kullanmak istemediğimizi söylerken çekinmeyeceğiz. Çok açık yüreklilikle söyleyeceğiz. Diyeceğiz ki: Biz ev sahibi olmuyoruz. Çünkü kredi haram. Direkt bunu söylemekten çekinmeyeceğiz hiçbir şekilde.

Aşırı şaka yine vakarı bozan hâllerden. Latif olmayan latife. Vakar dikkattir, dikkatli olmaktır, her adımını kontrol ederek hareket etmektir.

Ebu Düccane demiş ki:

Güvendiğim hiçbir amelim yok şu ikisinden başka. Beni ilgilendirmeyen konularda hiç konuşmadım, Müslüman kardeşlerime hep iyi niyet besledim, onlara kötü bir zanda bulunmadım.[7]

İkisi de çok büyük ameller. Bu iki ameline güvenirmiş.

Göz çapaksız olmaz, tabii ki hepimizde birtakım kusurlar olacak, birbirimizin açıklarını aramaya çalışmayacağız, birbirimize destek olmaya çalışacağız. Son olarak bir tarifle bitiriyorum. Hasan Basri’nin tarifi vakarlı insan nasıl olur diye bize tarif ediyor diyor ki:

’Vakarlı insan; imanda kuvvetli, yumuşaklıkta hazımlı, yakinde imanlı (Allah’ı görüyormuşcasına o olan yakınlık hissinde imanlı, imanı çok yüksek), ilimde halim (yani yumuşak, bildikleri ile insanları ezmiyor, sertlik yapmıyor), şefkatte akıllı (merhamet ederken de saçmalamıyor, merhamet edeceğim diye insanları gevşekliğe davet etmiyor), hakta verici (alacaklarını değil önce vereceklerini hesap ediyor), zenginlikte iktisatçı, fakirlikte vakur (bende yok bana verin demiyor, zenginse de savurmuyor), kudrette ihsan edici (hep veriyor hiç sıkıntı yok), arkadaşlıkta tahammüllü ve şiddette sabırlı olandır.’’

Rabbim bize vakarlı olmayı nasip etsin. Beğendiği insanlardan olmayı nasip etsin, günahlarımızı affetsin, bu neslin üzerinden de gevşeklik, tembellik hastalıklarını kaldırsın. Bu ümmete gerçekten şerefli imamlar nasip eylesin.

Ümmet analarındır, ümmet kadınlarındır. Evet, kesinlikle kadınların payı çok büyüktür ama keşke adamlar da adam olsalar. Kadına yüklenen misyon kadar adamların da konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Bu adamlar nerede? Sabah namazına gitmeyen imam, imam mı? Bilmiyorum, ben çok üzülüyorum. Gençlerin içinde keşke gençler olsa küçük çocukları teşvik eden, keşke gerçekten imamlar olsa aile içinde anlaşmazlıklar olduğunda kendilerine gidilebilen. Cami imamını kastetmiyorum bu arada, önder olunmasından bahsediyorum.

Öyle Müslüman adamlar olsa ki gidip onlara meslek danışılsa, gidip onlara anlaşmazlıklarda danışılsa, orta yol bulunsa. Var, elhamdülillah. Çok güzel hocalarımız var. Allah onlardan bin kere razı olsun ama çoğu İstanbul’dalar ve çok meşguller. Sayıları da az. Azlarımıza bereket diliyoruz.

Allah hepimize doğru ve iyi insanlar olmayı nasip etsin ve iyilerle karşılaşmayı bize nasip etsin. Vakar benim yaralı olduğum konulardan birisidir. İnşallah gerçekten vakarlı bir insan olabilirim.

Amin. Allahümme salli âlâ seyyidina Muhammed. Selamün Aleyküm ve Rahmetullah.

[1] 2/Bakara Suresi, 143

[2]   İbn Sad, Tabakat, c. 1, s.230,231; İbn Kesir, el-Bidaye, c. 192,193, Rudânî, Kitâbü’s-Siyer Ve’l-Megâzî, hadîsno: 6436; A. Yardım, Peygamberimizin Şemâili, s. 47-48. / “Aydınlık yüzlü ve güzel yaradılışlı idi; zayıf ve ince de değildi. Gözlerinin siyahı ve beyazı birbirinden iyice ayrılmıştı. Gözü, kudretten sürmeli idi. Kaşlarının ucu ince, saçları koyu siyahtı. Boynunda uzunluk ve yükseklik, sakalında sıklık vardı. Sustuğu zaman kendisinde vakar ve ağırbaşlılık, konuştuğu zaman da güler yüzlülük ve tatlı sözlülük vardı. Sözleri, sanki dizilmiş birer inci gibi, ağzından tatlı tatlı akmakta idi. Sözü açık ve hak ile batıl arasını ayırıcı olup, ne acizlik sayılacak derecede az, ne de boş ve gerek­siz sayılacak derecede çoktu.  Uzaktan bakıldığında insanların en heybetlisi idi. Yakından bakıldığında da tatlı ve hoş bir görünüşü vardı. Orta boylu idi; bakan kimse ne kısa ne de uzun olduğunu hissederdi. Arkadaşlarının arasında en güzel görüneni ve nur yüzlü olanıydı. Sanki o bir fidan idi ki; iki fidan arasında bitmiş, parlaklığı ve yeşil­liği onlara üstün gelmişti. Arkadaşları, ortalarına almış durumda hep onu dinlerler; bir emir verdiği zaman da hemen buyruğunu yerine getirmeye acele ederlerdi. Kendisi ekşi ve asık suratlı değil, güleçti. Kimseyi kınamaz ve azarlamazdı.

[3]  Buharî, ezan: 21; Müslim, mesâcid: 154/  Namaza geleceğiniz zaman yürüyerek (normal adımlarla) gelin. Sekinet ve vakarı elden bırakmayın. Yetiştiğiniz kadarını (imamla) kılar, kaçırdığınızı tamamlarsınız

[4]   Buhârî, Vudû’ 58, Edeb 80. Ayrıca bk. Müslim, Tahâret, 98-100; Ebû Dâvûd, Tahâret 136; Tirmizî, Tahâret 112; İbni Mâce, Tahâret 78/“Adamı kendi haline bırakın. Abdest bozduğu yere bir kova (veya büyük bir kova) su dökün. Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil.”

[5] 25/Furkan Suresi, 63

[6]   Müslim, Fezâilü’s- Sahabe: 128; Üsdü’l-Gàbe, 5: 184, 3:557

[7]  İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, III, 556-557.

Share:FacebookX
Join the discussion