Teknoloji hız kesmeden gelişirken, insanî vasıflarımızda gerilemeler görüyoruz. Sanal dünyanın psikolojimiz üzerindeki etkisi saymakla bitmez. Bunların içinde en tuhaf bulduğumla başlamak istiyorum: Kullanıcıların tümü insanlardan oluşmasına rağmen, burada sahte bir evren varmış ve temel insanlık vasıflarına ihtiyacımız yokmuş gibi davranılıyor. Yani sosyal yaşamda bir eve kapı çalmadan dalamayacakken orada haber vermeden görüntülü arayabiliriz. Gerçekte açılmayan kapıyı yumruklamayacakken telefon ile olunca hiç sıkılmadan 10 kere arayabiliriz…Öyle mi?
Birinin kapısını 3 kereden fazla çalmama rağmen açmıyorsa ya evde yoktur ya müsait değildir ya o an görüşmek istemiyordur. Bu üç durumda da ısrar etmeden geri dönmem ve gönül koymamam gerekir. Çünkü insan evindeyken, kendi alanındadır. Burası mahrem bölgedir. Dinlenebilir, düşünüyor olabilir, yalnız kalmak isteyebilir, farklı birçok sebepten müsait olmayabilir. Dolayısıyla kurcalamadan geri dönmem hem edebe hem nezaket hâline uygun olandır. Üstelik ısrar edersem karşımdaki insanın hakkına girmiş olurum. Gelelim aynı sahnenin teknolojik şekline: Birini telefonla arıyorsam, açmıyorsa; müsait olmayabilir, o an görüşmek istemiyor olabilir, kendi kendine kalmak istemiş olabilir, yanındaki insanlar sebebi ile rahat değildir belki… Liste uzar, ancak gereği yok. O ve ya bu sebepten, 3 kere çaldırmama rağmen telefon açılmıyorsa, tekrar aramayıp beklemem gerekir. Durmaksızın ısrar etmem, açılmayan kapıyı yumruklamak kadar kabadır, gereksizdir.
Bir insan ile yakın olmam onun telefonunu kurcalama hakkını bana vermez. Kişisel eşyaların hakkı bireyin kendisindedir. Dolabımı gelip kimse kurcalayamayacağı gibi telefonumu da kurcalamamalıdır. Dolabımın içi müsait olmayacağı gibi telefonumun içi de müsait olmayabilir. Diyelim ki müsait, yine de dolabımın karıştırılmasından hoşlanmam. Çünkü burası da mahremimdir.
İmkanlar, beraberinde kargaşayı ve zannı da getiriyor ne yazık ki. Örneğin; haber vermeden, müsaade almadan pat diye görüntülü aramak; kapı çalmadan evin salonuna dalmaktır. Ayıptır. Yakınlık ve samimiyet gibi iki güzel duygu insanı pervasız, hadsiz değil; daha dikkatli özenli olmaya sevk etmelidir.
Bir diğer mesele: Whatsapp web kullandığımızda, bilgisayar başında olmasak da sayfa açık kaldıysa sürekli olarak online gözükebiliriz. Bu durumda mesaj yazan kişi cevap alamadığında, kasti olarak ona yazmadığımızı düşünebilir. Fakat özellikle yoğun iş temposu içinde insan ekranda neyin kalıp kalmadığını kontrol edemez. Böyle bir sebepten veya bambaşka bir sebepten, kişi çevrimiçi olmasına rağmen, mesajı görmesine rağmen cevap vermeyebilir. İnsanlara sürekli ”Neden cevap vermiyorsun?” denmez. Komşumuza seslensek, evde olmasına rağmen cevap vermese demek ki ya müsait değil ya duymuyor ya da belki cevap vermek istemiyor. ”Sen nasıl bana cevap vermek istemezsin?” mi diyeceğiz? Bu, diğer davranıştan daha az mı kaba? Birbirimizi beklemeyi, birbirimize müsaade etmeyi öğrenmemiz lâzım.
Paylaşım yapmasına rağmen kişinin mesaja yahut aramaya dönmemesi: Bir gönderi paylaşmak o an içinde saniyelik gerçekleşir. Oysa mesajı savuşturmak değil cevap vermek istiyorsak, sakin bir an bekleriz. Aramalara dönmek için de yine müsait bir an kollanır. Müsaitlikler de çeşit çeşittir. Mesela şu an yazmak için müsait olabilirim ancak telefonla konuşmaya müsait değilimdir. Sürekli zanda bulunmak yargılamak, sosyal medya capsleri üzerinden tespitler yapmak artık herkesin içini baymadı mı? Benim baydı. Değer veren hemen o an cevap verir, kıstası üzerinden kıymet ölçmeye çalışmak bomboş bir yükselme. Size hiç saygı duymayan, değer vermeyen birisi o an bomboş olduğu için cevap verebilir. İyi bir dostunuz yoğunluktan size 3 gün dönemeyebilir. Bunlar üzerinden bağ çözümü yapan kimseler, kalplerine dönüp önce kendilerini tartmalılar…
Bir de karşı tarafından bakalım: Bekleyen taraf daima hüsnü zan ile hareket etmeli, doğru. Ancak bekleten taraf da hususi bir gevşekliğe gitmemeli. Muhatabına saygılı olmalı. En azından ”Döneceğim.” demeyi alışkanlık edinmeli. Yakınlık, bize hadsizlik yapma alanı açmamalı. Esas en yakınlarımıza olmalı özenimiz. Neredeyse yetmiş yaşında bir hocamın, aradığımda toplantıda olmasına rağmen açıp ”Şimdi müsait değilim ama sizi hemen arayacağım çıkınca.” demesi, bana kendi vaziyetimi uzun uzun düşündürmüştü. Benden büyüktü, meşguldü, müsait değildi ancak nezaketen meşgule atmıyor üzerine açıklama yapıyordu. On saniyelik bir görüşmede bile ne çok ders vermiş oldu bana.
Yani demem o ki, bekleyen kuruntulara zanlara bürünmeyecek, bekleten de mümkün mertebe nezaketle ve hızlıca geri dönmeye bakacak. Kendi haklarımızı saymayı bırakıp, birbirimizin kıymetini ve sınırlarını gözetmeyi öğrenebilirsek, hepimiz rahat edeceğiz. ”Sen bana ne yaptın? Bunu bana nasıl yaparsın?” değil de ”Acaba şimdi ne yapmam gerekir güzellikle? ” diye sorduğumuz zaman ”İnsanların kusurlarını örtmemde bana yardım et, kendi kusurlarımı unutturma.” diye duaya durduğumuz zaman baharlanacağız beraber.
Zan, yargı, kestirip atmalar en çok kendi kalbimizi yorar. Bir selamın güzelliğine, bir tebessümün sıcaklığına ihtiyacımız var. Ne olur enerjimizi gerilmeye değil sevmeye verelim. ”Peki.” çok güzel bir kelime. İş uzuyor mu, peki. Öyle demek istememiş mi, peki. Cevap vermemiş mi, peki. Kötü sözler mi söylemiş, peki.
Kollarımı çırpamamam ki durmadan, onlarla güzel niyetler taşımam gerek…