İmam Gazzâlî hicri 450 miladi 1058 yılında bugünkü İran’ın Horosan bölgesinin Tus şehrinde Gazâle denilen bir köyde doğduğu söylenir. Babasının mesleği gazzâl yani yün eğirme, iplikçiliktir. O zamanlar o yörede insanların lakapları mesleklerle anıldığı için Gazzâlî lakabının buradan geldiği de söylenir. Kendisinin tam adı ve künyesi Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed El- Gazzâlî’dir. Annesini küçük yaşta kaybettiği, bir erkek bir de kız kardeşi olduğu bilinmektedir. Muhtemelen tasavvufa eğilimli olan babası çocuklarının tasavvufi ilimler tahsil etmesini arzuluyordu. Ancak buna ömrü yetmeyeceğini anlayınca bir dostuna vasiyet edip kalan mirasını çocuklarının ilim tahsili için kullanmasını istedi. Babasının vefatından sonra dostu kalan mirası çocukların ilim tahsili için harcadıysa da bir müddet sonra miras tükendi. Dostunun maddi imkanları da elverişli olmadığından çocuklara ilim tahsillerine devam etmeleri için Tus şehrindeki medreseye emanet etti. İmam Gazzâlî kardeşiyle birlikte karın doyurmak için girdiği o medreseden gerçek anlamda alim bir kişi olarak çıktı.
Allah’ın hiçbir işinde yanlışlık yoktur, kader öyle bir tecelli eder ki insana sadece hayret etmek düşer. Eğer annesi babası erken yaşta vefat etmeseydi, babası az bir malı eğitimleri için vasiyet etmeseydi, para bitmeseydi, dostunun malı çok olsaydı da medreseye vermeseydi bugün muhtemelen Gazzâlî diye bir alimden bahsetmek yerine babasının iplik dokuma atölyesinde çalışan o zamanlar yaşamış bir insan olarak yaşayacaktı ve biz Gazzâlî diye bir alimden bahsetmiyor olacaktık. Kendisi ‘’Karın doyurmak için girdiğimiz medreseden ilimle çıktık’’ diyor ki kardeşi de alim kişilerdendir. Biz şöyle oldu böyle oldu yan yattı çamura battı diye çeşitli bahaneler ararken kaderin kucağına oturamıyoruz bir türlü. Ancak hatırlamamız gereken bir nokta var ki; ‘’Allah’a teslim olup iman eden rahat eder.’’ Biz tam olarak bu noktayı atladığımız için her şeyin Allah’ın izniyle gerçekleşeceğini unutuyoruz. İmam Gazzâlî de karnımızı doyuralım yoksa aç kalacağız derken girdiği o medreseden insanlığın ruhunu doyuran bir alim oldu. Bugünkü hayatımıza taşımamız gereken büyük ibretler var burada.
Bu gülün hangi bahçede bittiğini anlamamız için öncelikle yaşadığı dönemi iyi anlamak gerekir. Eğer Gazzâlî İslam’ın şaaşaalı bir döneminde yaşıyor olsaydı muhtemeldir ki bu kadar bilgili bir alim olmayacaktı. Çünkü kalın paltolar kışın en soğuk zamanlarında satılır. Gazzâlî de İslam’ın soğuk döneminde ümmetin üzerini örten kalın bir palto gibi geldi. Efendimiz sav’in hayatını konuşurken cahiliye döneminin sapkınlıklarından bahsederek bahsediyoruz ki; Efendimiz’in gelişinin Rahmetellil Alemin olduğu iyice kalplere yerleşsin. Yaşadığı dönem Abbasilerin son dönemi, Selçukluların ilk dönemidir yani askerinin ahlakın, ekonominin ve siyasinin çöküş yaşadığı bir dönemde ortaya çıktı. Bu çöküşlere rağmen o dönemde İslam topraklarında 2 şey çok hızlı bir şekilde yükseliyordu. 1- Felsefe 2-Tasavvuf
İmam Gazzâlî de bu dönemin alimlerinin çok ilgi gösterdiği 2 ekolden nasibini aldı. Kendisi de felsefeye ve tasavvufa bulaştı. Bulaştı diyorum çünkü o dönemde ne felsefe ne de tasavvuf gerçek anlamda İslam’ı anlatıyordu. Önce felsefecilerin arasına girip felsefe yaptı ardından tasavvufa yöneldi ve tasavvufun orijinal boyutunu ortaya çıkardı. Tasavvufu Gazzâlî’den önce tasavvuf Gazzâlî’den sonra tasavvuf denilmesine sebep oldu. İslam ümmeti Hulefa-i Raşidin gibi Kur’an ve sünnet ekseninde yürümesi gerekirken felsefe ve felsefeden etkilenmiş tasavvufi bir yürüyüş içerisinde bulunuyordu.
Selçuklu Devleti’nin en meşhur veziri Nizamül Mülk kurduğu Nüzamül Mülk medreselerinde, Nizamül Mülk’ün büyük destekleriyle ilmin merkezi olan Bağdat’ta deyim yerindeyse ordinaryüs profesör olup 34 yaşında baş müderris haline gelmesi tarihe damgasını vuracak bir kişi olacağının işaretiydi. O zamanlar Bağdat İslam ümmetinin başkenti konumundaydı. Bu dönemde de İslam dünyasında 4 temel sorun vardı.
1-Felsefeciler
2- Felsefecilere karşı kelamcılar
3-Batınilik sorunu
4- Tasavvuf
Felsefeciler İslam akidelerini bir daldan tartışıp zarar verirken, kelamcılar da felsefecilerin karşısında durmak için uğraşırken fazla ileriye gittiler ve çizgilerini bozdular. Batınilik Şiilikten büyümüş bir beladır ve hicretin 4. ve 5. asrını kasıp kavurmuştur. Batınilik savunucuları Abbasi ve Selçuklu devletlerinin en yüksek kademelerine bile yerleşmişlerdir. Batınilerin sorununun neden sorun olduğunu namaz üzerinden anlatalım. Diyorlar ki: Hepimiz Müslümanız ancak namaz dediğimiz şeyin bir batını (içi) bir de zahiri (dışı) vardır. Dışı eğilip kalkarak kıldığımız namaz, içi ise namaz vaktinde namaz vakti Allah vardır diye içinden geçirmekte namazdır diyerek büyük bir sapıklık içerisindedirler. Tasavvuf ise ilk çıktığında Ashab-ı Kirâm’ın yaşadığı islamı yaşamaktır ki aslı da budur, ancak zamanla felsefe ve kelam gibi akımlardan etkilenerek kendi o da özünden ayrılmıştır
Gazzâlî, Nizamül Mülk medresesinde baş müderris olduğunda ders verip giden bir hoca olmadı. Karşısında felsefeyi buldu, kelam lağubaliliğini buldu, batıni sapkınlığını buldu, tasavvufun aşırılığını buldu. Kendisi de bu 4 temel sorunun açtığı yaraları tedavi etmek için uğraştı. Gazzâlî Bağdat’ta 4 yıl Nizamiye Medresesi’nde eğitim verdi, bir yandan halkın sapkın fikirlerden uzak durması için uğraştı, tembelleşmiş ilim kadrosuna hareket kazandırdı, bir yandan da büyük eserlerini yazmaya başladı. Bu 4 yılda Hüccetü’l İslam diye anılmaya başlandı.
Bağdat’ta iken Makasidü’l Felasif (Felsefecilerin Gayeleri) kitabını yazdı. Ama bu kitabı felsefeye hizmet için yazmıştı. Bu kitap İslam ümmeti içerisinde yazılmış en büyük felsefe kitaplarından birisidir. Çünkü kendisi de bir dönem felsefeci olmuştu. Bu kitap hakkında denir ki; bu kitabı yazdıktan hemen sonra vefat etseydi kendisini müslüman diye anamazdık. Ancak felsefenin yanlış bir fikir olduğunu çabucak kavradı ve Felsefecilerin Gayeleri kitabını yazdıktan çok kısa bir zaman sora bu kitabın tövbesi olarak Tehafütü’l Felasif (Felsefecilerin Sapıklıkları) kitabını yazdı. Bir kitabı felsefeye hizmet iken çok kısa bir zaman içerisinde yanlışları gördü ve tövbe edip Tehafütü’l Felasif kitabında felsefecilerin sapıklıklarını anlattı. Tabii bu da Allah’ın bir hikmetiydi. Felsefecilerin Gayeleri kitabında çok akıllı, çok zeki bir filozof olarak adını duyurunca, Felsefecilerin Sapkınlıkları kitabıyla da felsefeyi çürüttü. Denir ki: Eğer ilk önce filozof olup felsefenin kitabı olacak bir kitap yazmadan Felsefecilerin Sapkınlıkları kitabını yazsaydı ‘’zaten felsefeye karşıydı’’ denilirdi ve çok ses getiren bir kitap olmazdı. Ancak Önce meşhur bir filozof olup, filozofların arasından çıkıp felsefeyi çürütmesi verdiği eseri çok daha kıymetlendirdi.
Yazar: Burak Can
(Aşağıdaki dersten istifade edilmiştir.)