Çirkin; gereksiz, faydasız eylemlerle beraber gelir. O hâlde güzel olabilmek için önce aksinden uzaklaşmak gerek. Çünkü böyle hâllerden beri durmayınca, elzem olan incelikleri fark edemeyiz. Madem güzelin inceliklerine niyet ettik, önce kalbimizi yoran, karartan konulara bir bir değinelim. Böylece onları tespit edip kalbimizden uzağa bırakabiliriz.
Toplumca benimsediğimiz için normal saydığımız, ancak düşünülse karşımızdaki insanların sınırlarını ihlal eden sorularla çevreledik hayatımızı. Bir insanla tanışıklığa sahip olmak, hatta onu yakînen tanımak, her soruyu sorma hakkını bize vermez. Üstelik, cevabını bildiğimizde ne bize ne karşımızdakine hayrı olmayacak meseleleri merak etmek, içi dolu olmayan, yalnızca muhatabı yoran bir iştir. Bilmeliyiz ki sorumuzun bir sebebi, anlamı, sonucu olmalı; yok yere kalbi yormamalı.
insan ne taştan, ne tahtadan, ne ottan,
ne buluttan yaratılmıştır;
insan kelimelerden yaratılmıştır;
seslerden, susmalardan, imalardan:
konuşmaktan, konuşmaktan, konuşmaktan…
İnsanın biraz da meraktan ve beklemekten yaratıldığını düşünüyorum. Ya merak ettiğini kurcalar ya cevabın kendisine ulaşacağı günü bekler. – Eğer gerçekten ulaşması gerekiyorsa, o bilgi onu er yada geç bulacaktır. Bu böyledir. Hatta insan bazen hakikatten kaçmak ister de bilmek, görmek istemez. Kulaklarını sağır, gözlerini kör eder. Ancak olacak ya, Allah göstermek istediğini olmayan göze de gösterir, duyurmak istediğine kulak lazım değildir.-
Toprağı eşelemektense bir köşeye çekilip beklemek, âdeme yakışır. Ne var ki insanların çoğu eşeleme işinden büyük bir haz duyar. Neden buna giriştiğini bile unutur da konuşma içinde kurcalayıp durur öteyi beriyi. Sorular, bitmek bilmeyen ah o sorular… Ne kadarını sormaya hakkımız var? Bunu öğrenebilmek için, karşımızdaki insanın hayatına dair sorular sormadan evvel, kendimize şunları sormalıyız:
- Bu konu beni ilgilendiriyor mu?
- Acaba bana bu konuda bir cevap vermek ister mi?
- Sorum onu rahatsız edebilir mi? Rahatsız etme ihtimaline rağmen sormamın gerekliliği nedir?
- Alacağım cevapla ona veya kendime bir fayda sağlayacak mıyım, yoksa sadece merakımı mı gidereceğim?
- Hakkında soru soracağım konu karşımdakinin mahremiyetini ihlâl ediyor mu?
- BU KONU BENİ İLGİLENDİRİYOR MU? (yeniden)
Eğer bütün bu sorulara cevabımız olumlu ise soralım. Fakat birinden birinde bile tereddütümüz varsa, öylesine sorduğumuz soru, karşımızdaki insanı yıpratmaktan, üzmekten, canını sıkmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Her şeyin nedenini merak etmek ve öğrenmek istemek, bizi insanların sınırlarını ihlal etmeye iter. Oysa saygılı bireyler bundan kaçınacaktır.
- Bir süredir işsiz olan tanıdığımız ile karşılaştığımız zaman kendisi iş bahsini açmadan bizim açmamız, iş bulup bulamadığını sormamız nezaketsizliktir. Bulduysa bile kendisi bahsetmek isterse zaten bahsedecektir. Beklemek, incitmekten evlâdır. Neden göremiyoruz?
- Arası açılan iki dosta/arkadaşa aranızda ne geçti, diye sorulmaz. Eğer zayıf karakterli biri ise arkadaşının mahremi hakkında konuşabilir, en iyi ihtimalle olanları kendi açısından anlatabilir, bu esnada orada olmayan diğer kişinin gıyabında konuşmuş olur, bu da gıybettir. Konuyla ilgili yardım edebileceğim bir husus var mı, diye sorabilir, aralarını düzeltmek için gayret edebiliriz. Yine haddimizi, sınırımızı aşmadan, diğer iki kişinin duruşuna saygı göstererek.
- Bozulan bir nişandan/sözden; biten bir evlilikten sonra taraflara nedeni sorulmaz. Yapılan açıklama ile yetinilir. Henüz bir açıklama yoksa, beklenir. Belki de bizim bilmemize gerek yoktur?
Diyelim ki sorduk, cevap verildi: Konuşan diğer tarafın gıyabında konuşmuş olur, hakikati söylemesi dedikodu, o an yüksek duygularla abartarak şişirerek kuracağı cümleler ise iftira olur. Hele ki biten bir evlilik varsa, kişiler birbirinin en mahremi olmuşken şimdi yabancıdır. Birbirlerine ait bilgileri muhafaza etmeleri, kimseye anlatmamaları ahlâka en uygun olandır.
Olayların sebeplerini bilmek dinleyenin merakını gidermekten başka hiçbir işe yaramaz. İnsanın eşi hakkında ileri konuşması nasıl ki Allah katında da çirkindir, vaktiyle eşi olmuş insan hakkında da kötü söz söylemek iki dünya nazarında aşağılık bir iştir. Sorularla buna sebebiyet vermek de daha az aşağılık sayılmaz. Eğer söyleyecek iyi bir söz kalmamışsa susmak en temizi en güzelidir. Yine de hayırla yâd etmek, iyiliklerini anmak, hayır duada bulunmak evlâdır.
- Muhatabımızı üzgün, mutsuz, sinirli görürsek ”Ne oldu, ne oldu?” diye daraltmak yerine, uygun bir üslupla ”Senin için yapabileceğim bir şey var mı?” diyebiliriz. Bazen öyle anlar olur ki ”Nasılsın?” sorusu bile karşımızdaki insan için zor bir soru olur. Müsaade etmeyi bilmek de dostluğa dahildir.
- Kimin nereye gittiği, kimle gittiği, nereden geldiği bizi ilgilendirmez. Eğer anlatmak isterse kendisi bahsedebilir. Bunlarla ilgili konuşmuyorsa ”Geçen nereye gittin, kime gittin, nereden geldin…” vb sorular gereksizdir. Belki yakın olmanıza rağmen bahsetmek istemediği bir husus vardır. Belki anlatacağı bir vakit vardır. Belki gizli bir sâlih amel işliyordur. Belki boş ve kötü bir iş peşindeydi ama pişman oldu, utandı ve açık edilsin istemiyor. Bir sürü başka sebep de olabilir. Bilemeyiz ve bilmemiz gerekmez. Yakınlık, her hususu bilmekle ilgili değil, kalpteki iyi niyetten emin olmakla ilgilidir.
- Evli bir çifte ”Ne zaman bebek düşünüyorsunuz?” diye sorulmaz. İnsanların yatak odalarına ait konular salon konuşmalarının konusu değildir. Eşler dışında kimseyi ilgilendirmez. Ayrıca, bebek düşünülmez; Allah takdir ederse nasip olur. Hayli mahrem olan bu konunun detaylarını her önüne gelenle konuşmak isteyeceklerini de nereden çıkardık? Belki henüz hazır değiller, aralarında bile konuşmuyorlar. Belki de istiyorlar ve olmuyor, bu da bir ihtimal. Siz her sorduğunuzda içinde bir bulantı sıkıntı hasıl oluyor; açık açık ”Olmuyor çocuğumuz” da diyemiyor. Yaşattığımız sıkıntıya değer mi? Farkında olmadan sergilediğimiz ne de insafsızca bir tutum. Oysa bir düşünmek, kalpte açılacak bin oyuğa mâni olabilir.
- İnsanlara kazancı ve bu kazanç ile ne yaptıkları sorulmaz. Sattıklarının aldıklarının hesabını tutmak ve değerlendirmelerde bulunmak da gıybettir, çirkindir, gereksiz ve haddi aşan bir iştir. Insanların cüzdanları değil; kalpleri ve düşünceleri bizi alâkadar etmeli.
- Uzun süredir bekar olan birine ”Eee evlilik ne zaman?” diye sorulmaz. Çok istemesine rağmen nasip olmuyorsa yarasına tuz basmış olursunuz, evlilik gibi bir fikri taşımıyorsa gereksiz bir soru sormuş olursunuz, yakın zamanda bu hususta bir hayal kırıklığı yaşadıysa acısını tazelemiş olursunuz. Velevki düşünüyor olsun, henüz insanlara bahsetmek istemiyor olabilir. Yok, dese yalan olacak; var, dese bin soru daha gelecek. Karşınızdaki insanı kırk türlü zora sokmuş olursunuz. İnsan, bir konuyu paylaşmak isterse bunu zaten kendince uygun vakitte yapar. Beklemek, eşelemekten evlâdır…
- Defalarca denemesine rağmen atanamayan insana ”Yine mi olmadı? Aaa falancanın oğlu/kızı ilk seferde atanmış.” diye sorulmaz, böyle konuşulmaz. Zaten sürecin gerginliği ile yıpranan, defalarca denemenin getirdiği bezginlikle yorulan kişi, kendisini fazla fazla sorgulamaktadır. Bazen olmaz. Bazen sadece olmaz. Basiti kabul etmek ise aslında en zorudur. Buna nasip de deriz. Kişi içinde bir şeyleri sindirmeye çalışıyorken ”Yine mi olmadı?” demek, ayıptır.
Yukarıdaki sorulmayacak sorular girişimiz olsun bu bahse. Daha yolumuz çok uzun. İnsanımızda bu merak ve çene oldukça, daha nice sorular gelir aklıma sorulmayacak olan…
Lâzım olmayan eşyayı bıraktığımız gibi, yoran kelimeleri de bırakmak gerek. Çünkü kalp, beyhude cümlelerle hırpalandıkça çiçek açmaya hâli kalmaz. İnsanların kalplerini hırpalayıp çiçeklerini yolmayalım, kendi çiçeklerimize de sahip çıkalım. Onlar bize lâzım.
”Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” İsra, 36