Bir İyilik Hareketi : Vesile Atölyesi

Bir İyilik Hareketi : Vesile Atölyesi

-Bismillahirrahmanirrahim. Vesile Atölyesi nedir ve kimlerden oluşur?

Burak: Vesile Atölyesi, İstanbul Üniversitesinde okuyan ama Sakarya’da yaşayan, pandemiden dolayı da okula gidemediği için evde duran iki genç tarafından kuruldu. Bu gençler de Burak ve Mert ‘Can’ (Can’ı parantez içinde ikimize dağıtabilirsiniz.) Vesile Atölyesi’nin bize birçok yönden güzelliği oldu. Para kazanmaktan ziyade, olabildiğince düşük maliyetle çalışıp, ürünlerin fiyatlarını da mümkün olduğunca makul belirleyip, kazandığımız paranın dörtte birini bağış, kalanını kazanç olarak bölüştüğümüz bir kuruluş. Aslında maliyetleri de düştüğümüz zaman şimdiye kadar yaptığımız bağış, kazandığımız paradan daha fazla diyebiliriz.

-Böyle bir işe girişmek nereden aklınıza geldi?

Mert: Bizi bu olaylara iten kesinlikle pandemi dönemi oldu. Üniversitede derslerimiz çok ağır olmasa da onlarla meşgul oluyorduk. Yaz dönemi böyle bir işe girişmek için kısa bir zaman. Basit gibi gözükse de sürece yayılması gereken bir girişim aslında. Pandemi döneminde baktık bir süre daha memleketimizdeyiz, diğer taraftan bir şeyler üretme istediği içimizde hep vardı. Burak da bir ateşlenme istiyordu; hepsi bir araya gelince bir iş ortaya koymaya karar verdik.

Sonra etrafımıza baktık, her taraf tahta. E biz bunlarla ne yapabiliriz? Süs eşyaları yaparak başlayalım, internetten bir araştıralım, bu malzeme ile yapılabilen neler var neler yok? Düşük bütçe ile ne yapabiliriz? İnsanlar alır mı acaba? Nasıl ve nereden satabiliriz? Bütün bunları düşündük, sonunda ortaya güzel bir iş çıktı.

 

Burak: Ama bundan önce şöyle bir durum da var. Biz İstanbul’dayken evdeki masayı, sehpayı boyamıştık. Evin içinde böyle işler yapmaya başlamıştık. Adapazarı’na dönünce de atölye kurmaktan ziyade yumurta üretip, satma fikrimiz vardı. Kuş Pazarı bizim eve yakın olduğu için olabilir diye düşündük. Daha sonra solucan gübresini araştırdık ama kârının çok zor elde edildiğini öğrendik.

-Anladığım kadarıyla ikinizin de üretmek, ortaya bir iş koymak hoşunuza gittiği için boşta kalmak sizi hayırlı bir işe sevk etmiş.

Mert: Evet, özellikle benim için psikolojik açıdan çok olumlu bir yönü var diyebilirim. İstanbul gibi bir şehre okumaya gitmişiz. Oraya gitmek beni çok etkiledi. İnsanların çoğunlukla ruhu kirli, robot gibi. Bütün binalar üstüme geliyordu. Gerçekten ruhen beni etkilemişti. Ve köyüme her döndüğümde, köy diyeyim burası hâlâ köy benim için, hiç görmediğim bir ağaca bakıp

‘’Ya bu ağaç burada mıymış?’’ diye sorup, güzel şeyler düşünmeye başladığımda, kötü zannettiğim bir dönemin benim için iyi sonuçlar çıkarabileceğini gördüm. Bunun da ötesi atölyeyi kurmak oldu zaten.

 

-Peki, ufak çaplı da olsa ürünler ortaya koymak tasarlamak ve bir netice elde etmek nasıl bir his?

Burak: Aslında bizim yaptığımız çoğu şey taklit diyebiliriz. Sıfırdan bir tasarım değil de elimizdekiyle ne yapabiliriz, üzerinden araştırmalar yapıp ürünler ortaya koyuyoruz. Neyi yapabiliriz, neyi satabiliriz, bunları da hesaplayıp ürün üzerinde çalışıyoruz. Tümüyle kendimiz tasarlıyoruz diyemeyiz.

-Yine de onu siz ortaya koymuş oluyorsunuz. Köşede öylece duran bir tahtayı işlevsel bir hale getirmiş oluyorsunuz.

Burak: Evet, bir zaman ağaçtı. Sonra birisi onu kesip belli parçalar haline getirmiş. Kullanılabilir bir sehpa elde etmiş. Bu elbette güzel bir his. Kullanıldığını görünce mutlu oluyorum fakat yaparken daha ziyade ürünü yapıyor olmak bize keyif veriyor.

-Vesile Atölyesi kurulalı ne kadar oldu?

-Yaklaşık 7-8 ay oldu.

-Herhangi bir sebeple bırakmak istediğiniz oldu mu?

Mert: Bırakmaktan ziyade birkaç tatsız olay yaşadık. Satışlarımızı instagram üzerinden yapıyoruz ve bize mesaj yazan insanların gerçekliklerini elbette ölçemiyoruz. Kimin yazdığını bilmiyoruz veya yazan kişi gerçekten kendisi mi? Bize biri yazdı, kitaplık yapabilir misiniz, diye. Israrcı da bir tavrı vardı. Biz de dedik, istiyor gerçekten. Profiline baktık, sahte bir hesap gibi gelmedi. Açıkçası uzun uzun da araştırmadık. Şüphelenmedik çünkü.

-Zaten bu mümkün değil aslında. Yani her müşteriyi araştıramazsınız değil mi? İnternet alışverişi alan için de satan için de böyle riskler taşıyabiliyor. Arada böyle şeyler olması normal bir taraftan.

Mert: Yine de bizim acemiliğimizin etkisi oldu. Kişi bizden kitaplık istedi. Biz bütün aşamalarını attık. Belki de en detaylı çalıştığımız ürün olabilir. Sürekli fotoğraf atıp, istemediği bir nokta olup olmadığını sorduk. Sonra biz kitaplığı bitirdik, teslim etmek üzere iletişime geçtik. Gelip alacağını söyledi ‘’Kahvelerin oradayım’’ tarifiyle yerini belirtti. Şimdi bu tarif bizim köy içinin bildiği bir söylemdir. Biz birbirimize deriz ‘’Kahvelerin oradayım’’ diye. Telefon numarası da vermek istemedi, zorluk çıkarmadık. Teslim etmek için yine irtibat kurmaya çalışsak da tekrar haber alamadık. Toparlayacak olursam, bu dönemlerde soğumuşluğumuz oldu. Ama dedik, biz bu işe giriştik, neden devam ettirmeyelim? Sonuçta biz istedik. Neyse zaten kitaplığın da nasibi başkaymış, onu da başka bir müşterimiz satın aldı. 

Burak: Sadece İstanbul’a döndüğümüzde ara vermiş oluruz ama tümüyle bırakmak gibi bir fikrimiz yok. Özellikle biri bir ürün ister seve seve onu ortaya koymaya çalışırız. Bundan keyif alıyoruz.

-Peki atölyeniz aslında bir iyilik hareketi. Bir bölümüyle ihtiyaçlı insanlara dokunuyorsunuz. Bunu sağlamak size neler hissettiriyor.

Burak: Gerçekten tarif edilemez bir his. Şöyle ki sizin bir emeğiniz var. Bu emeğin karşılığını veren başka biri var. Elde edilen paradan bir pay ayırıp, onunla hayır duası alma çabamız var. Bu dua bize geldiği kadar ürünü alan müşteriye de gidiyor. Bizi ayrıca mutlu eden bir nokta da bu. Karşılığını diğer dünyada alacak olduğumuzu bilmek açıkçası çok mutlu eden bir durum.

-Bireysel olarak size başka katkıları olduğunu düşünüyor musunuz? Aslında Mert’in en başta İstanbul ile ilgili tespitleri bu soruyla da ilişkili oldu. Orada daha çok bunaldığını, burada atölye ile uğraşmanın ruhuna çok iyi geldiğini söylemişti. Eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?

Burak: Evet, aslında el becerimizi de çok geliştirdiğini düşünüyorum. İlk zamanlar ile şimdi arasında gerçekten fark var. Hiçbir şey bilmeden başladık.

Mert: Doğru, kesinlikle ruhsal olarak fayda bulmanın yanında el becerimize de çok katkısı oldu. Mesela benim elimde bir sürü yara oldu. Şurada biz iz var hala benim için mutluluk verici bir şey. Bu yara izi belki de ömrüm boyunca geçmeyecek. Ama her baktığımda atölye aklıma gelecek. Belki atölye benim ömrüm kadar uzun olamayacak yada benim ömrüm atölye kadar uzun olmayacak ama bu yara hep bana hatırlatıcı olacak…

-Sadece kazanç için yapılabilecek bir uğraş mı? Birilerine iyilik yapıyor olmak şevki arttırıyordur diye düşünüyorum.

Mert: Bunun etkisi elbette var ancak iyiliği tamamen bir kenara koyalım: Yine benim içimden geçen şunu satayım para kazanayım’dan ziyâde; üretmekle uğraşmak çok hoşuma gidiyor. Daha önceden de evimiz için yapmaya çalıştığım şeyler olurdu. Koca kütüğü testere ile kesmeye çalışmıştım mesela. Bilen biri yapmaz, anca benim gibi o zamanın cahili yapabilir.
Gerçekten iki saat uğraşmıştım. Tastamam bir yuvarlak çıkartmıştım kütükten, üstünü de süsleyip eve getirmiştim, annem mutfağa koymuştu. Hâlâ durur. Şimdi anneme diyorum, elimiz gelişti atalım bunu yenisini yapalım ama attırmıyor; yok, diyor o senin ilk emeğin. Gerçekten hiç parasında değilim. Üretimle uğraşmak bana çok zevk veriyor.

Burak: Şöyle bir durum da var: Ürünlerimizi sattığımız insanlar genelde yakın çevremizden oluyor. Onlardan birinin evine gidince kendi yaptığın bir sehpayı, saati görmek çok güzel. Seviyorum bu hissiyatı.

-Kazancınızın bir kısmını ihtiyaç sahibi insanlarla paylaşırken bir kısmını da size kazanç olarak kalıyor. Kendi ürettiğiniz işten para kazanmak nasıl bir his?

Mert: Aslında biz daha şu parayı atölyeden kazandık, diyemedik. Sebebi de ilk önce toplu ürünler alıyoruz birbirimize borçlanıyoruz. Sonra birbirimize geri ödemiş oluyoruz. Ama bu hiç umurumda değil.

-Anlıyorum, Allah bereketlendirsin diyelim. Bu vesile ile ağaçla ahşapla alâkadar oluyorsunuz. Her malzemeden her ürün elde edilebilir mi?

Burak: Aslında bu ustalık gerektiren bir konu. Daha çok paletlerden ürün elde etmeye odaklanmış vaziyetteyiz. Etrafımızda bu malzeme bulunduğu için. Bakıyoruz, bu ürünü paletten de elde edebilir miyiz? Yapabileceğimize karar verirsek nasıl olabileceğini düşünüyoruz birlikte. Ama bana derseniz ki elimde şöyle bir tahta var ben bundan ne yapabilirim? Henüz bunun cevabını hakkıyla veremem.

Mert: Benim de en korktuğum şey mahcup olmak. Bir de şimdi yakınlarımıza da ürün teslim ettiğimiz için inanın o ürünü götürürken içimize sinmesini çok önemsiyorum. Bir masa sandalye takımı yapmıştık mesela onu götürürken kalbim yerinden çıkacak gibiydi, bir yerinde bir kusur var mıdır, diye. Benim için, karşı tarafın istediğini en güzel şekilde yapalım, mahcup olmayalım, en önemli kısım bu.

-Peki, bugüne dek kısıtlı imkan ve malzemeyle, azımsanamayacak güzellikte ürünler ortaya koydunuz. Buna biraz da iyiliğin bereketi diyebilir miyiz?

Burak: Elbette diyebiliriz ancak azımsanamayacak güzellikte demek bizim için iddialı. Bize göre yaptığımız ürünler on üzerinden on değil. Hep gelişeceği daha iyi olacağı noktaları görüyoruz. İşin ustası değiliz ama elimizden geleni yapmaya gayret ediyoruz. Ürünü bitirdiğimizde müşteri beğenmezse almak zorunda da değil. Beğenmesi, içine sinmesi bizim için çok kıymetli. Almaması sorun değil.

-Ürünlerinizi satın alıp kullanan birisi olarak söylüyorum, bence kendinize haksızlık ediyorsunuz. Birçok ürününüz mağazada satışı yapılabilecek türden. Üstelik bu kadar mâkul fiyatlara hayli iyi işler.

Burak: Bilmiyorum, ben ürünüme yeniden baktığımda farklı noktalar görüp daha iyi olabileceğini düşünüyorum.

Mert: Ben de aynı şekilde düşünüyorum.

-İşinizin inceliklerini bilmiyorum ancak aldığım ürünlerden memnun olduğumu biliyorum. Kolay da beğenen biri olduğumu söyleyemem. Zannettiğinizden daha kaliteli bir iş ortaya koyuyorsunuz. Fakat bunu böyle görmemeniz de sizi enâniyetten korur, ne güzel. Hep daha iyisini yapma gayretiniz olur böylece.

Peki, ileride bu işi büyütmek ister misiniz, yoksa hobi olarak mı kalır dersiniz?

Mert: Kendi adıma cevap vereyim, büyütmek isterim. Ne kadar çabam olacak bilmiyorum ama böyle bir fırsat çıkarsa önüme; büyütmek adına, bunu yapmak isterim. Tamamen hobi olarak bir barakada başlayıp, farklı noktalara evrilen tarihi görmek isterim açıkçası.

Burak: Benim kurduğum gelecek planlamasında Vesile Atölyesi’nin yeri hobi olarak kalır gibi ama Rabbimizin sürprizi ne olur, bilmiyorum. Neden olmasın?

-Yaşadığınız ilginç bir olay var mı atölyenizde?

Mert: Evet, Burak’la benim için ilginç olan ilk ürünümüzü paylaştığımız zaman yoğun bir ilgi oldu. Satışımızı da açık artırma üzerinden tasarladık, daha eğlenceli olması adına. Ürünümüzü tanıttık, fotoğraf altında fiyat teklifleri gerçekleşmeye başladı ve 50 liradan başlattığımız ürünün fiyatı 160 liraya kadar çıktı. Süre dolunca da son fiyatı veren ağabeye ulaştık teslim etmek için. Ancak kendisi şaka yaptığımızı düşünmüş, ürün elimizde kaldı… Ama sonra başka bir ağabey aldı ürünü, iş yine nasibe çıktı.

-Üretmenin insan ruhuna etkisi sizce nelerdir?

Mert: Kesinlikle insanı çok rahatlatan bir durum.

Burak: Evet, ayrıca normalde işlevi olmayan bir parçayı işlevsel hâle getirmek, çok güzel bir duygu.

-Öncelikle şahsım adına, bu dinç zamanlarınızda böyle güzel bir niyetle üretmeye niyet ettiğiniz için sizi tebrik ediyorum. Gönülden bu oluşumu destekliyorum. İnsan iyilik yapmak, faydalı olmak istiyorsa, mutlaka bir vesile buluyor sanki, ne dersiniz?

Mert: Elbette, insan yeter ki yapmak istesin. 

-Peki, sizler hayli gençsiniz akranlarınıza neler tavsiye etmek istersiniz; işiniz ve hayatla ilgili fikirlerinizi duymak isterim.

Mert: Naçizane şöyle bir tavsiyem var: İnsan boş kalınca gerçekten psikolojisine yenik düşüyor. Ben de bu dönemlerden geçmiş birisi olarak çok rahat söyleyebilirim. Bir şeyi üretirken çok kötü düşüncelerim bile olsa, unutuyorum. Elimdekinden keyif aldığım için rahatlıyorum, zihnimdeki kötü ve boş fikirler dağılıyor. Özellikle İstanbul çok kalabalık. Orada arkadaşlarımız da hep bunalmaktan yakınırdı. İntihar edecek boyuta geldiğini söyleyenler oluyordu, ne kadar doğru bilemem. Ama bunu düşünmek bile beni korkutuyor açıkçası. Gerçekten hayata bir şekilde üreterek bağlanmak beni çok mutlu ediyor. Biz bu atölyeyi kurduktan sonra hayata ve dinime karşı bakış açımın değiştiğini rahatlıkla söyleyebilirim. 

-İslâm ile nasıl bir bağlantısı oldu, biraz açabilir misin?

Şöyle ki şükretmemi sağladı abla. Çok kısa ve net cevap vermek istiyorum. Her an şükretmemi sağladı.

-Burak sen neler söylemek istersin?

Burak: Benim gençlere tavsiyem; akıllarının bir kenarında olan fikirler onlar için çok güzel bir hobi olabilir. Yazı yazmayı seven birisi için küçük hikayeler yazmakla başlar ama belki ileride büyük bir yazar olur. Belki bizim gibi küçük işler yapmakla başlar ama günün birinde aç kalmayacağı bir işi de elde etmiş olur. Denemekten çekinmesinler.

-Tabiî, siz bir taraftan zanaat öğrenmiş oluyorsunuz. Hayatta karşımıza ne çıkacağını bilemeyiz ve bir gün olaylar planlarınızın dışında gelişirse, bu beceriler size iş imkanı olarak da dönebilir.

Burak: Doğru, böyle bir işte çalışmak ister miyim, isterim. Yine sevdiğim bir iş olur. Fakat dediğim gibi şimdilik planlarım kendi bölümümle ilgili daha çok. Mesela ben küçükken babam kahvehane işletiyordu. Arada babama yardıma giderdim. Annem hep söylerdi: Git çalış, öğren. İşi bil de işe gitme. Yarın bir gün bu işi de yapmayı biliyorum, dersin. Şimdi bakıyorum, elimde 15-20 çayı dökmeden getirebiliyorum. Hayatımın bir yerinde kullanacak mıyım, belki evet belki hayır. Ama karşıma çıkarsa yapabileceğim bir iş.

-Sizce hayatımızın amacı nedir ve onu nasıl elde ederiz?

Burak: Bence hayatımızın amacı aslında güzel yaşamaktır. Bu ne demek, çoğu insan istemediği şeyleri yapmak zorunda kalıyor. Belki de koşullar onu bu duruma zorluyor. Düşünüyorum, şehirde yaşayan bir çocuk arkadaşlarıyla oynayamıyor. Annesi korkuyor, çocuğum kaçırılırsa diye. Ama bizim için öyle değildi. Sabahtan çıkardık, akşama kadar top oynardık. Okulun oraya giderdik, tarlalardan geçerdik… Oysa şimdiki çocukların böyle bir imkânı yok. 

Bunun biraz daha ileriki versiyonu da şöyle: İnsanlar önlerini göremiyorlar hiçbir konuda. Kendi ruh ve kalplerinden uzak kalmış oluyorlar böylece.

Mert: Ek olarak: O oynayamayan çocuğa karşın biz oynuyorduk, işte bu bir şükür vesilesidir. Belki insanlar için alâkasız gözükebilir ama benim için çok alâkalı bir konu. Elindekilerin farkında olmak, şükrü artıran bir şey. Ben bu şekilde şükrediyorum, apartmandaki çocuk da başında bir çatı olduğu için şükrediyordur. Belki de sokakta kalan birisi de hırkası olmayan birini görüp kendi üstündekiyle şükrediyor. Bu biraz zincirleme bir durum aslında. Herkesin şükredebileceği noktalar var. 

Ve benim inancıma göre hayatımın amacı Allah’ı razı etmektir.

-Çok güzel söyledin. Hayatımızın amacı aslında Allah’ı razı etmektir. İnsan, dünyada ve ahirette mutluluğa ulaşmak ister ancak her daim mutlu olunamaz dünyada. Mutluluk kelimesi son zamanlarda insanların ağzına pelesenk olmuş durumda. Popüler hâle gelen kişisel gelişim kitaplarında veya İslam ile aslında ilişiği olmayan batıl gruplaşmaların dilinde sürekli ”En çok kendini sev, kendini düşün, hep mutlu ol” tekrarları yer alıyor. Sosyal medyada da bu dil hâyli yaygınlaştı. Ancak bu durum bir noktadan sonra insanın kendisine tapınmasına sebep olacak bir durum. Tehlikeli: Ben ben ben. İnsan elbette kendini sevmeli, önemsemeli. Ancak bu dünya imtihan yeridir. Kendimiz mutlu olsak yaralı olan kardeşimiz için dertleniriz. Hep kanayan bir yeri vardır dünyanın, bu böyledir.

Diğer taraftan inancı zayıf olan veya inançsız olan bir psikolog için dini vecibelerin Allah’ın sınırlarının çok önemi olmadığından, danışanın sadece keyfiyetine odaklanabilir. Seni mutsuz eden her şeyi terk et, şeklinde. Oysa biz inanıyoruz ki sevmediğimiz şeyler hayır olabilir, sevdiklerimiz aslında şer olabilir. Biz bilemeyiz, Allah bilir.

Allahu Teala kendisine ve Rasullullah aleyhisselatu vesselama tabiî olduğumuzda bize mutluluk değil sekînet yani iç huzur vaad eder ayetlerde. Cennetlik kullardan bahsederken hep razı olmak ifadesini kullanır: Ben onlardan razıyım, onlar da benden razı olmuşlardır.

Onların rableri katındaki ödülleri, altından ırmaklar akan, içinde devamlı kalacakları adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu, rabbini sayıp O’ndan korkanlar içindir.

(Beyyine Sûresi, 8. ayet)

 

Razı olmak nedir? Annen belki seni bazen mutsuz ediyordur ama dersin ki: Annemin yeri bende ayrı, beni mutsuz da etse ona hürmet eder severim. Her an geçinemeyebiliriz. Razı olmak, tümüyle kabullenmektir. Kişi razı olduğunca kırgınlıklar olsa da örtmeyi bilir. Bu da insanı mutmain kılar. Dersin ki: buna değer. Oysa bir kalp sürekli mutlu olamaz. Mutluluk anlık ve gelip geçici bir histir. Hüzün daha kalıcıdır mesela, depresif olmaktan bahsetmiyorum ama hassas bir kalbe sahip olmak, kendimizin dışında kalan acılara karşı bizi daha duyarlı kılar. Yoksa elbette hayattan tat almak da bizim için. Ama huzurlu bir kalp ile mutlu olduğunu zanneden uyuşmuş bir kalp arasında elbette fark var. Etrafımızdakileri kırarak, sadece kendi kalbimize odaklanarak elde ettiğimizi zannettiğimiz şeyin adı; mutluluk değil, safsatadır.

Mert: Abla zaten iyi ki o bağlamda mutlu değiliz. İyi ki öyle değiliz. O mutluluğu(!) isteyen birisi de değilim.

-Ne güzel. Biz huzurlu olmak istiyoruz inşaallah. Rasullullah aleyhisselatu vesselam da hep iç huzurdan, sekînnetten bahseder. Bu nedir? Diyelim seni çıldırtacak kadar güzel bir şey oldu, çok sevinçlisin veya tam tersi seni darmadağın edecek derecede üzüldün, yıkıldın, canın yandı: Bu iki durumda da Müslümanın kalbi temelde huzurludur. Sevinse de üzülse de teskin edilmiştir, dengelidir. Bu tavrıyla Allah’ı da razı etmiş olur. Çünkü kabullenen insan, Allah’ın niyetini sorgulamaz. Neden böyle oldu, demez de şöyle der: Şimdi bu başıma gelenle ne yapmam lâzım? Sormamız gereken soru bu. Allah, şimdi bana ne öğretmek istiyor. Başımıza gelen her hâdisenin bir sebebi var. Canımızı yaksa da olması gerekenler var. Kulunun selametini O’nu yaratandan daha çok kim isteyebilir? Biz yeter ki hayırda yarışalım. Fayda sağlayalım insanlar için. Zaten iyiliğin ve üretmenin önce yapana fayda etmesi gibi bir huyu da vardır. İnsanlar konuşur, biz ardımızda hoş bir sadâ bırkalım. Ötesi Allah’ın takdiridir.

Sizin kurduğunuz bu atölye de belki mahalleniz de çocuklara da örnek oluyor. Etraftaki hanımların hayrı konuşmasına vesile oluyor. Belki vefat ettiğiniz de bile hayırla anılmanıza sebep olacak küçük detaylar bırakmış olacaksınız. Yaptığınız işi çok kıymetli buluyorum. Ben çok keyif  aldım sohbetimizden. Teşekkür ediyorum. Eklemek istediğiniz bir husus var mı?

-Yok abla, bize kendimizi tanıtma ve amacımızı anlatma fırsatı verdiğin için çok teşekkür ediyoruz. Biz de çok keyif aldık!

*Bu güzel atölyenin ürünlerini incelemek, destek olmak hem de bugüne dek bulundukları yardımları görmek, hayırlı işlere vesile olmak isterseniz buyurun: http://instagram.com/vesileatolyesi/

Share:FacebookX
Leave a Reply to dilâra tekin Cancel reply

2 comments