Yol Arkadaşımla Sulh

Yol Arkadaşımla Sulh

‘’Kendine bakman gereken biri gibi davran.’’ Karşılaştığım bu cümle, uzun süredir benimle dolanıp duran, sakinleştiren, içimde usul bir nehri akıtan hâlin izâhı oldu. Kitaba sonundan, yazmaya sonuçtan, yemeğe tatlıdan…..başlanmaz, evet. Yine de buradan başladığıma memnunum.

Her zaman kolay öğrenen, çok çalışmayan fakat başarı oranı yüksek bir öğrenciydim. Eğer başarısızsam öyle olmasını istediğim içindi. Mesela okulu bırakmak gibi hedeflerim olduğundan, üniversitenin ilk yılında sınıfın sonuncusuydum belki de. Ancak bu fikrim değiştikten sonra üç ve dördüncü sınıfı asistan olarak tamamlamış, yüksek lisans ve sonrasında akademide kalmam için kıymetli hocalarımdan ısrarlı tavsiyeler almıştım. Başarı, yetenek, kolayca yaptığımız her iş Allah’ın ikramıyladır. Birazdan anlaşılacağı üzere derdim yıldızımı parlatmak değil. Zaten parlatamam. Çünkü üniversitenin son yılında hayatımla ilgili çok büyük bir karar değişikliğine giderek mezuniyetimin tam üç yıl uzamasına sebep oldum. Yani bende işlerin rengi hep çok hızlı değişti.

Şimdi biraz daha eskiye gidelim. Lise son olmalı, sınava hazırlanıyoruz. Kendimi hırpalayan bir gayretim yok ama çalışıyorum. Uzun süredir 55 net yapıyorum. Bu artık benim için bir gurur meselesi. Artık sonuç çizelgesinde 55 görmeye gücüm kalmamış. Çok ciddi şekilde çalışmamı yoğunlaştırıp denemeler çözmeye başlıyorum, böylece 75,80 netleri görüyorum. Keyfim yerinde. Dershanenin büyük bir denemesi var o gün. Girdik. Eğer 70’den aşağı bir net görürsem artık kendimi mi bıçaklarım, güneşe kurşun mu sıkarım, kestiremiyorum. Derken sonuçlar açıklanıyor. Komik olmayan bir şaka örneğiyle, sonucum 55 net. Evet evet, 50 değil 60 değil 70 hiç değil yine 55. Dershaneden çıkıyoruz, yanımda Gizem var. Yanımda da ne zamandır Gizem var, iyi ki var, çok güzel var.

Çoktan patlamış ve lavlarıyla çevrelenmiş içerden yeniden körüklenmeye başlamış bir yanar dağım. Ağlıyorum ama hüzünden çok öfke var. Çıldıracağım ama çıldırsam kendime adama akıllı kızamam. Şöyle söylüyorum ‘’Geri zekalısın, sen hiçbir işe yaramayan bir aptalsın, sen hiçbir şey başaramazsın, geri zekalısın.’’ Gizem araya girmek istiyor, bir iki yelteniyor çünkü arkadaşının geri zekalı veya aptal olmadığını ama oracıkta saçmaladığını biliyor. O da payını alıyor benden. ‘’Sus! Sen karışma.’’ Neye karışmasın? Kendimi azarlamama. Adam etmeme. Hak ettiğim hakaretleri duymama karışmasın. Ben izin vermiyorsam bana arkadaş olmasın ve beni kendimden korumasın. ‘’Sen karışma!’’ Karışamıyor. Yol boyu kendime sayıyor sövüyorum, içim soğumuyor. Sınavı kazandığımda, istediğim bölüme ilk tercihle birinci öğretim olarak girdiğimde, burs kazandığımda, başarılı olduğumda…içim soğumuyor.

Her neyi başarırsam o basit, sıradan, olağan hatta giderek önemsizken; neyi başaramaz veya biraz kusurlu yaparsam o dünyanın en önemli şeyi ben de dünyanın en beceriksiz en aptal kişisi. Evet evet, dokuz yaşımdan beri evin yemek ve temizliğini düzenli yapmama, bir taraftan okumama, 15 yaşımdan beri esnaflık, garsonluk, bulaşıkçılık, fotoğrafçılık, çocuk bakıcılığı, tezgahtarlık…. ve daha birçok işten çalışmama rağmen; birçok maddi ve manevi yoksunluk, zorluk içinde pes etmeden mezun olmak için didinmeme, o aralıkta her fırsatta öğretmenliğimi geliştirmek için dersler vermeme, bahçemi bir sınıfa çevirmeme, çocukların gönlüne girmeme rağmen; anneme hep iyi bir yol arkadaşı ve bütün kainata karşı sorumlu bir insan olmama, yürürken yerdeki kuşu ürkütmüşsem ve kuş uçmuşsa rahatsız ettim diye üzülmeme rağmen. Kur’an ile tanıştığım günden bu yana gayem onu anlatmak ve öğretmek hepsinden evvel yaşamak olmasına rağmen.. Asla ama asla bilerek, planlayarak bir canı yakmayıp, kötülük görsem de hayırlı dua etmeyi bırakmamama rağmen. Allah’ı ve Rasulünü çok sevmeme rağmen ben kötü biriydim. Çünkü ne yaparsam yapayım o zaman olması gereken, neyi yapamazsam tümüyle benim beceriksizliğim ve kötülüğüm sebebiyleydi.

Kendimi hiç tebrik etmemiş, hiç sırtıma havlu koymamış, şöyle bir dinlen, dememiştim. Çünkü, işte, benim kendime içim soğumuyordu. Hâlâ yapamadığım çok şey vardı. Hiçbir şey başaramamış değersiz biriydim yer yüzünde. Eğer iyi olsam herkes her şey iyi olacaktı. Olmuyordu, bazı şeyler değişmiyordu ve tabii ki benim yüzümdendi. Başka ne olacak? Onların kendi sorumluluğu, onların hata payları, bana haksızlık etme ihtimalleri mühim değildi.

Peki kendime değil de mesela Ayşe’ye bakıyor olsam. Bu Ayşe’nin hayatı olsa, ona da aptal der miydim? Kendime bir başkasına bakar gibi baktığım zaman, parlayan yerler, güzel kokular bulmak mümkündü. Ama eğer kendime bakıyorsam, hepsi kaybolmaya hazır veya pamuk ipliğine bağlıydı. Hep daha iyisini yapmalı, başarmalı, halletmeli. Halletmeli halletmeli halletmeli. Öyle halletmeli o kadar halletmeli ölüyor olsa da işler tamamlanmalı. O kadar halletmeli ki kimse onun için bir şey yapmamalı. Kimseye yük olmamalı. Fakat bir başkasına bakıyor olsam, Ayşe’ye yapılan bir iyilik doğal, olabilir, insanlar onun için, ona değer verdikleri için bir zorluğa katlanmayı seçebilir. Benim içinse seçmemelidir ve seçemez, seçtirmem. Çünkü ben buna değmem. Ben neymişim be abi, değil mi?

Mesudum, gırtlağımda ellerimle ölmediğim için. Mesudum, nihayet ellerimi serbest bırakıp kendime bir insana baktığım gibi bakmayı başardığım için. İçim, soğudu. Şimdi üzgünüm, bütün tekmeleri kendisine atmış olan benliğimi böyle hırpaladığıma.. Ancak suçlamıyorum da çünkü bu bir nasip olarak çocukluktan beridir kodlanmıştı. Oradan çıkmak zordu. Kuyunun tepesi dardı. Böyle yaşamayı seçmek bir tercihti, kendime merhamet etmek başka bir tercih. Zordu ama doğrusunu seçebildim. Merhamet edince sızlanmış olmadığımı, aciz olmadığımı, merhametin kendine acımak olmadığını nihayet ayırt edebildim. Yine de bazen başa dönebilirim, sorun yok, yeniden başlarız.

Eğer kendime bu hakkı ben tanımazsam kimse tanıyamaz. Kendimle beraber tüm insanlığı ve dualarımı bir şey hak etmediğime ikna ederim böylece.. Oysa Allah’ın insan olarak yaratmayı seçtiği bir kul değersiz olabilir mi? Diğer bütün kullar merhamete lâyıkken kendimi bunun dışında bırakmam akıl işi mi? Değildi.. Şimdi kendimi tebrik ediyorum, yıllarca bu zorbalığa rağmen ayakta kalabilmiş. Ona inanmayan biriyle yaşamış ve hiçbir güzelliği takdir edilmemiş, insanların onun için bir şey yapmasına kendisini hiç lâyık bulmamış, hep sorun ondaymış..

Yazık, bütün bu suni inançlarla çok insanın bana zulmetmesine izin verdim. Yazık, çok insanı ehemmiyetli ve değerli bulduğum için yaptıkları hataları onların sorumluluğu olarak değil de benim suçum olarak bildim. Yazık, ne çok üzerime basıp beni çiğneyen ayaklara duyduğum af ve merhameti yara bere içinde kalan kendime hiç göstermedim. Kendimi öyle sevmedim ki bana ait olan bütün sevgiyi benden kalana verdim. Kendimi de sevsem, sevgimin yeteceğini bilemedim. Korktum. Kendimi müşfik bir iç ses lâyık bulmam 27 yıl sürdü. Sevmeyi bu kadar çok sevmeme rağmen, kendimi azarlamayı bildim yıllar yılı. Böylece öfke en yakın arkadaşım oldu büyürken.. Çünkü kendisine öfke duyan insan, kalan her şeye daha kolay sinirlenebilir’i henüz öğrenmemiştim. Neden elim hep kapıdaydı, neden çok sevdiğim birine böyle birden keskin bıçaktım, anlayamazdım. Sonra anladım, habire kendisini kesen o bıçak, hiç sakinlemiyor körelmiyor; çok yakınına gireni de yaralamaktan çekinmiyordu. Öfke böyle bir duygudur, adam ayırmaz, kalbe yerleşirse her boşlukta ortaya çıkar. Hakkı verilmemiş her duygunun yerine öfke el sallar. O ellerin arasına bir tas koydum, içine de su. Kavga bitti, fırtına dindi, bıçak duvara asıldı.

Geçtiğimiz hafta belimdeki fıtıklar sebebiyle yüzme kursuna başladım. Ancak çok basit ayak hareketlerinde bile kramp giriyor ve yarım bırakıyorum. Çünkü fıtık engelliyor. Defalarca çok basit bir hareketi tekrar ettik dün akşam. Yapamadım. Diğerleri yapabildi. Kendime sakince – sakinleşmeye çalışarak değil, gerçekten sakince- dedim ki: Sorun yok, sorun yok, sorun yok. Buradasın, suyla rahatla, yapabildiğini yap. Daha fazlası da vakti gelince olacaktır. Keyif almaya bak. Olmasa da sorun yok. Böylece işler daha yolunda gitti. Eskiden olsa kendime neler edeceğimi tahmin etmeniz artık güç değil. Merhametlilerin en merhametlisi Rabbimin lütfuyla, nihayet kendime merhamet edebilen biriyim. Kur’an olmasaydı, hayatı buradan görmem mümkün değildi. ( Kur’an ile nasıl yakın oluruz, konulu yazı için bkz:  https://dilaraninpenceresi.com/nasil-yeniden-ayaga-kalkacagim/  )

Ben, öyle, herhangi bir insanım şimdi. Hata yapabilir, yanılabilir, düşebilir ve bunlar kusur değildir. Bin kere tarlası da yansa tohum ekmekten bıkmamış bir insanım. Sevmekten yorulmamış, bütün sevgisizliklere rağmen sevgiye inancını yitirmemiş bir insanım. Kursağımda kalan bütün hayallere ve ümitlere rağmen, taptaze dualarla uyanan, göğe bakınca mutlu olan, yarınlara ve bugününe inanan bir insanım. Çocukları, çiçekleri, ağaçları yaratılan her şeyi, hizmet eden eşyayı hürmetle kucaklayan bir insanım.

Yaşlılarla sohbetten sıkılmayan, insanlar hayatımdan çıksalar da hatıraları hatırına iyilikle anmaktan yorulmayan bir insan. Allah’ı çok seven, Rasulullah’a (sav) kavuşmak isteyen, cennet hayallerini çocuklarla kurmaya bayılan bir insan. Yine de arada öfkelenen, kırılan, kıran ama tamir etmekten kaçmayan; yemek yapmayı seven ama bazen ocakta yemeği unutup hepsini yakan. Nihayet ‘’Canım sağ olsun ya!’’ demeyi öğrenmiş bir insan.

Geçen sene doğum günümde, çok üzgündüm. Son 5 yıldır her doğum günümde çok üzgündüm. Hepsi bir şekilde ağlayarak geçti. Geçen sene, akşamdı, eve dönüyordum, arabada yüksek sesle şöyle demiştim ‘’Ben hiçbir şey başaramamış, hiçbir şey olmayan bir hiçim. Bu hayatta hiçbir şey başaramadım, bir hiçim, kötü biriyim.’’ Her kelimesine tümüyle inanarak söylemiştim. Pazartesi günü, 30 ağustos, doğum günüm. Herkesten evvel ben söylemek istedim: İyi ki doğdum. İyi bir kalp taşıyor, bu kalbi yaratanı memnun etmek için gayret ediyorum, el hamd.

Ey kendini ufalamakla günlerini geçirmiş olan Dilâra, nihayet kendinle  dost olup yürüdüğün günlerdesin, hoş geldin.  Geçen sene ve daha öncesinde sana söylediğim bütün kötü cümleler için özür dilerim. 

Artık istediğin kadar 55 net yapabilirsin!

 

 

 

Share:FacebookX
Join the discussion

3 comments