Sevme Âdâbı

Sevme Âdâbı

Bir kalbin kırılmasını önleyebilirsem ya da küçük bir kuşu yuvasına koyabilirsem.. Bir yaşamdan bir acıyı alabilirsem ya da bir acıyı hafifletebilirsem boşuna yaşamamış olacağım.

Yalnızca kendisi için yaşayan insanın kendisine ettiği kötülük ne büyüktür. Hayatının bütün amacı kendi mutluluğu ve rahatı üzerine şekillenen kimse, pamuktan iplerle tutunur yaşamaya ancak bilmez. İplerin ucu hep başka bir kaynağa bağladır. Kalbimizin dahi emanetçisi olduğumuz dünyada bir rüyaya dalıp da gitmek, delilik değilse nedir?

Sevmek, insana verilmiş en güzel duygu. Sevmeli; taşlardan başlayarak varıp çiçeklerin incecik gövdesine. Her şeyi olduğu gibi hürmetle kabul ederek, her birine selâm ederek sevmeli. Açan tomurcuğa, uçan kuşa, gülen çocuğa taşmayacaksa bu kalp daha neye taşacak? Gençliğinin baharında sevdiğinin elini tutabilmiş erler de var, nasiptir. Ayrılan yollar da pek çok, elimizi belimize koyup azara duramayız dünyaya. Tutmak da bırakmak da nasiptir. Doyduğumuz da kursağımızda kalan da. Daha beteri, kusmak da. Okurken dahi yüzümüzü ekşiten anları ömür diye yaşarız burada.

Sevmek, servetlerin en büyüğü; böyle sonsuz böyle kudretli bir duyguyu sınırlı varlıklara hapsedersek ne olur? İp üzerinde cambazlık olur. Ziyân olur.

Sevmeye göklerden başla. Dön dur bak, terk etmez başının üstünü. Ağaç gövdeleriyle devam et, sırtını yasla, sırrını bırak, hasbihâl et; dinler ve okşar başını. Kuşları sesinden tanı, toprağın cinsini renginden. Bitkileri bil, bir aktar ile ahbap ol, dünyanın incelikleri nedir? Bir dede bulmalı bir nine. Dönüp durmalı kabir halkına. Taşlar da konuşur sular da. Fakat kör, sağır, anlamaz olan insan duymaz seni. Topraksız da büyür  mü çiçek, büyür. Oysa duymayana söyle dur türküler, sesin ufalanıp yiter.

Demek insanı yeşerten o en has duyguda nice tehlike yüklü. Öyleyse sevmeyelim mi? Olur mu hiç, daha çok sevelim. Ancak önce sevginin kaynağını bilelim iyice. Anlayalım ki her güzelliğin, inceliğin sahibi olan Allah’tır. Bütün terk etmeleri terk etmiş olan, kuluna kapıyı açık bırakan. Sevgimize de öfkemize dengeyi koymamızı ister. Neden? Ölçüsüz sevgi, sınırsız ızdırap verir. Burası dünya mı? Dünya. İnsan beşerdir ve şaşar. Değişir. Yapmam dediğini yapar, gitmem dediği yere gider, söylemem dediklerini söyler. Öyleyse kimse şunu yapmaz deme. De ki: İnsanız ve her şey mümkün. Bil ki dostlar da insandır, eş de evlat da. Dönüşür yakınlar uzağa, uzaklar yakına..

İncitebilirim ve incitebilirler beni. Öyle günlerde yıkılıp yok mu olacağım? Eğer tek amacım kendi mutluluğum olmuşsa evet, dağılmaktan kaçamam. Ancak, mutlu mutsuz günlerimde başka hayatlar umurumda olduysa, taşın altına elimi koyduysam, sorumlu tuttuysam kendimi aç susuz canlılardan, kalbi ağrıyanlardan; derdim,  iyiliği ortaya koymaktan alıkoyamaz beni. İçimdeki dağlar ağlayıp kaynasa da şifa merhemleri taşırsam ulaşabildiğim her kapıya, kalbime bir efsun dokunur. İyileşirim. İyilik yapmak, önce yapanı iyi eder.  İşte, esas huzur da gelir böylece: Sekînet.

Haksız mıymışım, kendisinden başkasını düşünmeyen kendisine zalimlik eder derken? Dikkat et, sen dahi sana yanlış yapabilirsin. Öyle gayelerin olmalı ki ne acı ne keder yıkmasın seni. Ağla elbette ancak yolda ağla. Devam ederken ağla. Çiçekleri sularken, kuşları dinlerken, çocukları sevindirirken, yaşlının gönlünü alırken, insanlık için Rabbin için çabalarken ağla. Böyle yaparsan bir bakacaksın, kaynayan sular durulmuş. Çağlamış çağlamış şimdi nice yüklü gemiyi yüzdürür olmuş.  Kulluk, önce kendimize hayırdır. Kalbini, kalbin sahibine teslim et. Onu parçalama ihtimali olan ellere değil..

Share:FacebookX
Leave a Reply to Serap Kahyaoğlu Cancel reply

2 comments