sendrom… -mu?

sendrom… -mu?

Şimdilerde annelerin büyük korku başlıklardan biri: Sendrom. Bir yaş, iki yaş, üç, dört, beş.. Her yaşa dair büyüyen bir kaygı; daha yaygın adıyla: Sendrom. Aynı kelimeyi menopoza giren hanımlara ve orta yaş bunalımı geçiren adamlara da kullanıyoruz. İhtiyarların giderek daha huysuz kimseler olmasıyla, ‘’çocuk gibi’’ dediğimiz hâllerini seyretmek, yaratılışın başa çevrilmesi.. Yaşadığımız süreçler fıtrat  değil de.. Sendrom.

Dokuz ayı kapalı bir alan olan anne karnında yaşayan bebek, dünyaya geldiği ilk andan itibaren bu yeni yere alışmaya çalışır. Öyle ki ilk 6 ay annenin bedeninden ayrıldığını idrak edemez, bütün bir beden içinde olduğunu zanneder; anne bir adım uzaklaşsa kopardığı yaygara, eziyet olsun diye değil; annesinin bedeninden ayrıldığını henüz anlayamadığı içindir. Kaygılıdır, emniyet duymaya ihtiyacı vardır. Bir insanın içinden çıkmış olmak başlı başına büyük bir hadisedir. Gördüğü bu aydınlık ve kalabalık yere adapte olmaya çalışırken, sütü gelsin gelmesin ihtiyacı olan annesinin bağrıdır.

Ten tene, can cana öylece durmak. Nefesini duymak. Ayrıldığı bedenin aslından ondan ayrılmadığını hissetmek.

Biraz daha büyümeye başladığında, damakları kaşınır, kim bilir ne zaman çıkacak dişleri. Ama düşünelim; damak, et, yarılıp da içinden sert, taştan sert bir cisim çıkıyor. Bunun huzursuzluğuyla akan ağzı, kaşınan damağı.. dünyayı bize zehir etmek için değil, bir yere sığamadığı için kopardığı yaygara, en insanî şey değil midir? Adına neden sendrom denmesini, anlayamıyor, zaman zaman da gülüyorum. Çünkü sendrom geçirmiyor, büyüyor.. Büyüyor.. Bu ruhsuz kelime kalbime sevimli gelmiyor. Şikayet yumağımız için seçilen bu kelime durumu daha vahim hâle getiriyor.

Bebeğin büyümesi inanılmaz bir hızla sürüyor. Her ay her yıl elleri parmakları organları.. Algısı bir sünger gibi her şeyi içine çekiyor. Öyle hızlı büyüyor ki her yeni değişime, dönüşüme adapte olmaya, anlamaya çalışırken huzursuz oluyor. Çünkü sürekli olarak bir yeniliğin içinde kendisini buluyor, kontrol onda değil, sonraki basamakta ne olacağını bilmiyor, şaşırıyor.

Tanımıyor burayı, hiç tanımıyor.

Düşünelim, yastığımız bile değişse ne kadar huzursuz olduğumuzu bir düşünelim. Hiç bilmediğimiz bir işe başlarken hâlimizi, kontrolümüzde olmadan bedenimizde gerçekleşen bir değişimin bize nasıl bir kaygı ve huzursuzluk vereceğini.. Durmaksızın bir hızla bedenimizin değiştiğini düşünelim. Nasıl hissederiz? Çiçek mi dağıtırız her köşede?

Bedeninin içinde bir insan taşımak sonra onun bedeninden dışarı çıkması da başlı başına büyük bir hâdise. Önce içinde bir kalp daha olmasına alışmak, kıpırdayan el ve ayakları duymak sonra onun bedeninden ayrılarak dünyaya gelmesi. İçindeki nefes artık karşısındadır. Bedeninden besin akar, tuhaftır. Daha evvel öylece bir organ göğsünden süt gelir, canı acır. Hormonları değişir, bedeni değişir, doğum sonrasında vücudu eski hâle gelmek için harekete geçer ve hormonları yeniden değişir. Dokuz aydır doğuma hazırlanan beden, bebeğin ayrılmasıyla eski düzenine dönmek için çalışır. Kadın, buna hemen adapte olamaz, bedeni birçok değişim geçirmiştir, gücü azalmıştır ancak şimdi güce en çok ihtiyaç duyduğu andır. Çünkü yavrusunu beslemek, ona yetmek ister. Lohusalık, budur. Bu yeni kendiliğe alışmaya çalışmak. En çok ihtiyaç duyduğu merhamet ve anlayıştır. Tıpkı bebeği gibi. Anne de yeniden dünyaya gelmiş gibidir. Sendrom değil J dönüşmektir.. Olabilecek en güzel değişimi hem bedeni hem ruhu birlikte yaşar. Fakat güzel olması zorluğa mâni değil hatta belki de bilakis güzelliği zorluğundan gelir.

Korkulu rüya olan ergenlik.. Bedenin, aklın, ruhun büyümesi değil midir? O birkaç yıl içinde vücut değişir, algı değişir, hızla çocukluktan çıkan bedene akıl ve ruh uyum sağlamaya çalışır. Huzursuz olur. Bedenine alışması, bu sese ve değişimlere alışmaya çalışır, huysuzlaşır. Büyür, büyür..

Kadınlarda menopoz erkeklerde orta yaş bunalımı diye adlandırılan dönem, bedenin yine değişmeye başlamasıdır. Fakat bu kez; şimdiye dek alışıp oturttuğu, yetilerin azaldığı, bir kısmını ise kaybetmeye başladığı döneme gelinmiştir. Bu dönemlerde kadınlar ve adamlar hırçınlaşır. En ufak meseleden gerginlik çıkabilir. Esasen huysuzluk, gücün azalmasına, renkleri parlak günlerin geride kalmasınadır. Bu yeni bedene, azalan güce, değişen hislere alışmak zordur. Geçen tüm o yılları yok saymak, aynı kuvvet ve yetide olmak için direnenler daha fazla gerilir. Her yaşın ayrı bir tadı var, diyerek sindirmeye çalışanlar daha kolay atlatırlar. Yine de kadında hayız hâlinin kesilmeye başlaması, erkekte kuvvetin azalması hormonel olarak gerginlik sebebidir. Yönetmek ve alışmak zordur. Yani, huysuzluk etmek için yapmazlar yaptıklarını. Şimdiye dek büyüttükleri bedenden eksilenleri seyretmek sancılıdır. Kabul sürecidir, zordur. Sendrom, demek doğru mu, bilmiyorum. Geriye dönüşü görmeyi, buna hürmet etmeyi, yaşayana anlayış sunmayı daha insanî buluyorum.

Bu ara dönem insanı ihtiyarlığa hazırlar. Üçer beşer çıkamadığı merdivenler, unuttuğu kelimeler, zamanında kolayca yaptığı pek çok şeyin güçleşmesi.. Yaşlanan, yaş alan insan bunları tümden yitirmeye başlar. Artık bakkala, hatta bazen tuvalete dahi gidip gelmek ciddi bir meseledir. Hayli ağır gelir, boğazına yumruk olur. Yaşlandıkça, gücünün yerinde olduğu, işlerini hızla yerine getirebildiği zamanları anlatmaya başlar. Aynı hikayeyi onlarca kez anlatır ve yorulmaz. Çünkü kuvvetli olduğu anları, dünü, tekrar tekrar hatırlamak o zamanlarda bulunmak arzusuyla dolar.  Şimdi yapamadıkça sıkılır, zayıf hisseder. İnsanların yardımına olan ihtiyacı arttıkça huysuzlaşır. Kendi işini göremiyor olmak kalbini yorar. Merhamet isterler, tıpkı dünyaya yeni gelen o bebek gibi. Savunmasızlaşır, kendilerini ifade edemezler. Bu yeni dilsizlik kaşlarını çatık hâle getirir. Hürmet görmek, muhabbet bulmak, anlaşılmak, sevilmek, güvende hissetmek onları rahatlatır. Her hareketleri anlamlı değildir, tıpkı bir çocuğun yaptığı her işin hikmetle olmaması gibi. Yaşlanmak başka ihtiyar olmak başkadır. Her yaş alan, ihtiyar yani seçkin, hayır üzere, hikmetli değildir. Yaşadıklarıysa sendrom değil, ufalmaktır. Yeni bedene, eskiyerek birikmiş olan ağır bedene alışmak gerekir. Onun hızına uymak, duymayan kulağa alışmak, evvelde kolayca yapabildiği nice işin imkansız hâle gelişini kabullenmek zordur.

Velhasıl.. Ani her değişimle zorlanan insanın tabiatı dönüşmek ve değişimlere alışmak üzerine inşa edilmiştir. İstese de istemese de zaman onu buna mecbur kılar. Eğer ki ayak uydurmazsa kendisine zararı olur.

Bebeklere, yavrularımıza geri dönersek.. Sendrom içinde değiller, büyüyorlar, hepsi bu..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Share:FacebookX
Join the discussion