kırtasiye meftunları, salıncak ve dünyamız

kırtasiye meftunları, salıncak ve dünyamız

Giresun’da Beyza (evet Giresun’a gidip geldim bu yaz hem de 2 kerre!)  beni türlü türlü yerlerde gezdirmeye çalışırken, bendeniz ne görünce heyecanlandım dersiniz? KIRTASİYE! Bursa’da da kuzenim gezilecek yerleri sayarken, Bursa Kitap Merkezi’ne gidene kadar çatladım desem yeri. Şehrinize gelirsem beni nereye götüreceğinizi artık biliyorsunuz :))  Neyse, Beyza ile içeride ne kadar kaldık, bir kaleme deftere ne çok sevinip şaşırdık, bir Allah bir de kasadaki abi bilir ki bir noktadan sonra bizimle alakayı kesti, dışarı çıktı, geri geldi; sessizce dükkanı bize bıraktığı bile oldu. Bulduğumuz renkleer başka başka uçlarda keçeli ve tükenmez kalemler.. Kullanmayacağım silgiler dahi başımı döndürmeye yetiyor. Beyza bunlar çok ya, dedikçe hepsiyle ne iş yapacağımı tek tek açıklamalarım ama yıllar yılı güzel kurşun kalemleri bulup bulup biriktirme tutkumu aslında mantıklı şekillerde izah edememem..

Nasıl oluyor da ne zaman kırtasiyeye girsek içimize uçuş uçuş etekleriyle salıncağa kurulan o kız yerleşiyor. Yahut hep orada da tam o anda el sallıyor. Bahsettiğim salıncak, Hanlı Köydeki evimizde dış kapının hemen üzerinde tavan arası boşluğundaki tahta parçasına dolanan ipi aşağıya sarkıtmak suretiyle kurduğumuzdur. Çocukluğumuzda içimize kurulanlar ve dahi içimizde yıkılanlar.. ne büyük yer ediyor değil mi?  Sonra biz büyüsek de o parça öylece kalıyor. İşte, salıncağım belki de bu yüzden hep benimle. Belki de yine bu yüzden nerede bir çocuk görsem tutup ürkütmeden sallıyı veriyorum içimde. Bir cümbüş, şenlikli park, çiçeklenen ağaç hep şuramda. Sarı sarı, ığıl ığıl. Titriyor. Tam şuramda. Dokunmamak elde değil. Ama dokunulmaya da tâkâti yok.

Rüzgarda savrulan ama köküne de sımsıkı tutunan gelincikler, gözlerimi dolduruyor, hep.. ama hep.. burnumu çekmeye başlıyorum.  Dokunmamak elde değil ama dokunulmaya da tâkâti yok. Bazı güzelliklere ağlanabilir yalnız.

Mecbur, ağlıyorum. 

Bugün okula gelen öğrencim Hatice yamacıma sokulup şöyle dedi: ”Öğretmenim okul açılıyor ya ben en çok neye heyecanlanıyorum biliyor musun?” Ben de ona sokulup cevap verdim ”Neye??” Kikirdeyerek ”KIRTASİYE ALIŞVERİŞİİİİİ!!!!! TABİİİ” dedi. Ben de ona bütün kalbimle katılarak hak verdim. Bence de, dedim. En  keyifli kısmı bu. Hatta 20 yıldır sıkılmadığım bir iş bu! Kırtasiye alışverişiiiiii! Gerçi son zamlarla bir defter olmuş 80 lira :)) şakasız… Yine de kurcalamak bile nasıl tatlandırıyor insanı, hayret doğrusu.

Hele eskiden defter kitap kaplardık, hatırlar mısınız? Üzerine etiket yapıştırmalar.. ders ders.. Ben genellikle ya ters kaplar ya ters yapıştırırdım.. Sonra liseye geçince kaplamamak daha fiyakalı havalı olandı. Hatta orta sonda bir büyüme işareti olarak isyankar bir tavırla kaplamayı reddederdik. Bütün bu işlerin ve hâllerin hatıralara bıraktığı tadı, seviyorum. Mâziyi kara bulutuyla ve şikayetle değil, sevindiğimiz o küçük anlarla hatırlamayı seviyorum. Çünkü bulut ne kadar karardıysa o kadar büyük rahmet iner yer yüzüne. Islanırken yüzümüzü çevirsek, avuçlarımızı açsak, nefes alacağız. Ağzımızı köpük köpük kavgayla doldurmasak, kim bilir neler duyacağız.

Giresun’dan yavruağzı iki kalem aldım, biri kalın biri ince. Sabah iki aynı tonu Riyazu’s Salihin okuyacağım için yanıma aldım. İkisini de kullanarak kıymetli hadisleri ve izahlarını okudum. Yıldızladım, altlarını çizdim, sevdim. Okuldan çıkmadan evvel o iki kalemi dolabıma kaldırdım. Yan yana o kadar güzellerdi ki! İnanır mısınız hanimiş kalemlerim diye sevdim 😀

Eve gelince merdivenin hemen karşı çaprazında kitaplıklarım var. Bir tanesinin üzerinde kalp kalbe çiçeğim. Son günlerde minicik minicik yeşil tomurcuklarıyla göz kırpıyor. Kıpır kıpır olmamak elde değil. Onu da önünden geçtikçe seviyorum, eğilip öpüyorum. Hanimiş benim kızııım, diyorum. Nasıl da tutunmuuşş, direnmiiiş!

Kahvenin ilk yudumunda ağzıma yayılan tatla gevşemeyi, çayı her bardakta mest ola ola içmeyi çok seviyor güzel neye temas etsem şükür doluyorum. Öyle ki taşıyor. Eve dönmek, masama, kitabıma defterime dönmeyi, siteyle ilgilenmeyi, çıkıp yürüyüp yürüyüp bir kitapçıda yahut kırtasiyede soluğu almayı tükenmez bir şevkle fakat sakince seviyorum.

Bütün bu basit ve küçük şeyler bana yaşadığımı, burada olduğumu hissettiriyor. Evet, bunlar. Namaza uyanabilmek, Kur’an okuyabilmek, o gün fazladan bir iyilik yapabilmek, esasen nasip edilmesi. Öğrenmeyi, dinlemeyi. Sessizliği. Sabahın ilk vakitlerini. Günün veda edişini duvara vuran son ışık huzmelerinde seyretmeyi.. Işığı kovalamayı ama ürkütmemeyi. Kimsenin içindeki ışığı söndüren olmamayı. Olmamak üzere didinmeyi insan olmanın bir parçası bilmeyi. Bunu lütuf bilmemeyi. İçim daralıp daralıp incelince umulmadık bir tomurcukla gülüvermeyi, kendimin bütün bu hâllerini.. Dilâra ile yaşamayı, seviyorum. Yeni hedefler edinmesini, yolda olmayı, ölüm gelinceye dek üretme arzusuyla kalmak için dua etmeyi.. Biçilen bu ömrü, seviyorum. Ölümü beklemeyi, ölümle yaşamayı; ölümün kavuşmak anlamına da gelmesini seviyor, hafifliyorum.

Öyle ki çok keyifli yolculuklar, görüşmelerden sonra, kendimle kalma ihtiyacı duyuyorum ki bu nefis bir his..

Şu an masamın üzerinde dün aldığım karpuzlu defter var, büyük boy. Onu alma sebebim bana ders çalışma şevki vermesi ümidi :)) İnsan istekleri uğruna sebep aramaya görsün; daima bulur.

Siz ne arıyorsunuz bu hayatta? Bilmiyorum. Rabbimle olmayı, her yere O’nunla gidip gelmeyi, omuzlarımdaki iki melek arkadaşımı ve bilmediğim diğer meleklerin görmediğim arkadaşlarım olma ihtimalini.. çok seviyorum. Âlimlerden hadislerin şerhini okumayı, Rasulullah’ın izlerine bulanmayı, giderek mayalı bir poğaça gibi puf puf olan kalbimin bu dönüşen hâlini görmeyi, duymayı seviyorum. Siz, neyi arıyor, kimi bekliyorsunuz, bilmiyorum. Rabbimle olmayı, çaresizlikten değil, kimsesizlikten değil, kimse kafelere çağırmadığından değillll. Böylesi çok ama çok lezzetli ve şerefli ve şifâ ve muhabbet ve ve ve …. olduğu için seviyorum. Hiçbir sebep olmasa da kalbin sükunu daima burada olduğu için seviyorum.

Böylece ne yesem tatlı, ne içsem güzel, nerede yürüsem aydınlık, nereye baksam ufku açık gözüküyor. Böylece ağlamak anlamlı, gülmek kendimi kaybetmeden. Böylece kim ne saplamışsa hiçbir kin duymadan. Döğüşmeden. Kendimi bula bula. Buldukça acziyeti göre göre. Gördükçe daha çok işimiz var, diye diye.. Çekilerek.

Siz ne buluyorsunuz bu hayatta, bilmiyorum. Ben, kırtasiye dükkanları, sabah ve akşam vakitleri, gülen çocuk dişleri, tuhaf kelimeleri, secdeyi sonra yine ve daima secdeyi kainatın her bir zerresinde buluyor, buldukça mest oluyorum. Bu, öyle tatlı ki suyu akan yaralarıma serçeler üflüyor da sızı duymaz oluyorum. Sızı orada, duyurmayan Allah, an geliyor duyurmuyor 🙂

Velhasıl, yara ararsan, hep var. Dilersen yol, kanat. Dilersen.. bir kırtasiye dükkanına giriver. Çıkışını ezana denk getir, öyle niyet et. Ezanla yönel camiiye. Kim bilir, bir teyze hurma bile verir belki!

 

Share:FacebookX
Leave a Reply to dilâra tekin Cancel reply

2 comments
  • Ben de kırtasiye gezmeyi, alamayacak olsam bile kalemlere defterlere dokunmayı çok severim. İlkokuldan beri hep aynı ? bir arkadaşım bu yazıyı okuyunca ben aklına gelmişim, öyle sahiden. Kalemine sağlık Dilâra abla ?