Bozuk Değil Doğru Kullanmıyorsun

Bozuk Değil Doğru Kullanmıyorsun

Kur’an’ı Kerim derslerinde öncelikli hedefim, öğrencimin hayatında Kur’an için daimi bir yer oluşturmak. Aslında, karşılaştığım her insan için bunu yapabilmek en büyük  amaçlarımdan biri. Kur’an’ı hayatının önemli bir parçası hâline getirmek. Onu okumayı ve anlamayı günlük yaşamı içinde melekeleştirmesi. Ne düğünlerin ne ölümlerin ne tatillerin ne de doğal afetlerin bu bağı koparmasına izin vermemesi. Nasıl ki iyi ve kötü hangi durum olursa olsun nefes almaya devam ederiz; işte bunun gibi. Her halükârda Kur’an ile devam etmek. Sürünürken de koşarken de dururken de. Gülerken, ağlarken bütün duygu durumlarında ayetlerle olmak. Başarıyı ve kaybı Kur’an eksenli anlamayı, kabullenmenin pasiflik olmadığını; en temelde güzel insan yani muhsinlerden olmayı hedeflemesi için teşvik etmek.

Bildiğiniz gibi Allah-u Teala Kur’an’ı Kerim’den evvel de kitaplar gönderdi. Ancak nesiller bu kitapları tahrif ettiler. Aslında hakikatlerini bilseler de yalnızca uygulamak istedikleri kısımlarla ilgilenip, nefislerine ağır gelen kısımları anlamazdan geldiler ve nihayetinde değiştirdiler. Yahudi’nin sapmasında ilim varken amel yoktur; maddecidir. İnsanın ruhunu yok sayar. Hristiyan’ın sapmasında amel vardır ilim yoktur. İnsanı ruhtan ibaret görür, bedene getirilen sınırları yok sayar. Ancak her iki grupta din sahibidir. Bugün farklı inançlara sahip nice insan görüşlerini kendisine din ediniyor ve akabinde ona göre şekillenen bir hayatı yaşamaya başlıyor. Bizimse bugün sorunumuz şu: Müslüman olduğumuzu iddia ediyor, evlerimize Kur’an’lar alıyoruz. Ona kıymet de veriyoruz. Ancak yabancılığımızı korumak için üstün bir çaba göstermeyi de ihmâl etmiyoruz.

Çocuklara anlattığım gibi anlatayım: Bir robot  veya bir makine yaparsanız onun kullanım klavuzunu da yazarsınız. Bozmadan kullanmak ve verim almak isteyenler talimatları yerine getirmek zorundadır. Eğer  hiçe sayarsa alet bir müddet sonra zarar görmeye başlar, sonrasında kullanılamaz hâle gelir. Verim almaksa mümkün olmaz. İnsanı yaratan Allah, kendisini tanıması, kendisinde bulunan parçaların ne işe yarayacağını anlaması, kendisinden iki dünya içinde de en yüksek verimi alabilmesi için kullanım kılavuzu olan kitaplar ve onları açıklayan uygulamalı şekilde öğreten peygamberler göndermiştir. İşte insan bütün süreci es geçip, kendi kendisini çözeceğine inandığı zaman sorunlar başlıyor. Bizi yaratan Allah’ın bildiği gibi kendimizi bilme ihtimalimiz yok. Çünkü insan ne kendisini ne de diğerlerini tam olarak hiçbir zaman tanıyamaz. Daima dönüşürüz. Değişiriz. Üstelik bu kusur da değil, olması gereken  yaşama sürecidir. Mesele; daha iyiye mi yoksa kötüye mi dönüşüyoruz? Tüm mesele, yaptığımız yolculuğun bizi giderek kendimize yaklaştırdığı mı yoksa uzaklaştırdığı mıdır? Soru bu.

Peki ulaşmamız gereken kendilik nerede yazıyor? Varmak istediğimiz eşiğin levhalarını nasıl tanıyabiliriz? İşte bütün bunların cevabı için Kur’an’a ihtiyacımız var. Kullanım kılavuzumuza. Sadece hacc veya zekatla ilgili hükümler için değil, kalbimizin sınırları için de O’na muhtacız. Mutfağımızdan, yürüyüşümüze, tartışma adâbımıza, evliliğimize boşanmamıza; hayatımızın her alanında. Gücümün yettiği, öfkemin haklı olduğu yerlerde yüzüm ve sesim sertleşmeye, çirkinleşmeye başladığı zaman kendime o an hatırlattığım şu: Şimdi Rasulullah (sav) gelip yanına otursa, nasıl davranacaksan öyle davran. Neyi yapıp yapmamam gerektiğini yıllardır böyle bulmaya çalışıyorum. ‘O  (sav) ne yapardı/yapmazdı?’ Böyle sorunca cevap birden bire netleşiyor. Böylece yürüyor veya duruyorum. Elbette yüzde yüz sağlayamıyorum ama hayatımdaki payı ve etkisi de hiç küçük değil. Artmasını temenni ederim.

Yetişkinlerin dünyasına sonradan dahil olan, insanlığı da yaşamayı da etrafındakilere göre öğrenen çocuklara-gençlere gelince, büyük çoğunluğu aslında hayatlarında o kadar da Kur’an olmayan büyüklerin kendileriyle ilgili memnuniyetsizliklerini dinleyerek yaşamaya devam ediyor. Biliyorum, maalesef biliyorum. Neticede elinde sigarasıyla savurduğu dumanlar arasından ”Sigara içersen kemiklerini kırarım.” diyen de biziz. ”Ben okumam ama sen Kur’an okuyacaksın, ben kılmam ama sen kılacaksın, ben öfkemi tutamam ama sen tutacaksın.. Eğer bunları sorgulamak istersen daha da çok öfkelenirim.” diyen de biziz. Çok bilinen bir kıssa vardır. Bal dokunan çocuğa anne babası bu konuda ikazlarda bulunur, türlü yollar dener ancak ne yapsalar çocuk dinlemez. Derken bir âlime getirirler. Âlim, kırk gün müsaade ister ve kırk gün dolunca yeniden gelmelerini ekler. Kırk gün sonra geldiklerinde âlim çocuğa yalnızca ”Evladım, bu bal senin için zararlı, bir daha yeme.” der, çocuk ağzına bir daha bal sürmez. Bu işin sırrını anlayamayan baba hayretle sorar: ”Hocam, nasıl oldu da çocuk sizi dinledi!” Âlim cevap verir: ”Efendi! Kırk gün önce balı kendim yerken çocuğa ‘yeme’ deseydim  tesir etmezdi. Sizden kırk gün müsaade istedim ve ağzıma bal sürmedim. Geldiğinizde ‘balı yeme’ dediğimde sözüm çocuğuna tesir etti.

Kıssanın farklı izahları ve detayları mutlaka vardır, biz hissemizi alıp devam edelim. Evet, zalimden âlim doğduğu da çoktur, Hz. İbrahim’in babasının küfür ehli olduğu da doğrudur. Bütün bunlar yine de bizi sorumluluktan azâd etmeye yetmez. Çocuk dünyaya geldiği andan itibaren yakınında olanların yüz ifadelerini taklit etmeye başlar. Duygu durumu çevresinin kaygısına göre şekillenir. Bir hamurdur, yoğurulur. Suyunu ununu ne kadar koyduğumuza müdahale de edemez. Nice insan vardır ki yetişkinlik çağlarında kendisini yeniden ufalayıp un hâline getiren, suyunu taşıyan ve baştan yoğuran. Kendi kendisini yoğurup iyi bir insan inşâ etmeye çalışan ne çok insan vardır. Onlarla karşılaştıkça içime bir dağ oturur. Kaldırmak da istemem. Suyun yönü değişsin, akıp çağlasın isterim. Fıtratıyla doğan çocuğun, kullanım kılavuzundan mahrum büyütülmemesini isterim.

Elbette bunun olabilmesi için önce bizim Kitabımızı anlamamız ve hayatımızı onunla yaşanabilir kılmamız lâzım. Kur’an ve sünnete külfet nazarıyla baktıkça, bu iki kaynağı sadece sınırlandırıcı ve hayatı sıkıcı hâle getiren unsurlar olarak gördükçe duvarlara Kur’an’lar da assak, yüz binlerce salavat da çeksek kendimizi bozmaya devam edeceğiz. O bir nurdur, bütün karanlıkları ışıtmaya yeter. O huzur menbaıdır, bütün kabz hâllerini yok etmeye yeter. Şifâdır, ruhta, kalpte, bedende ne varsa temizler. Bizi bizden arındırır. Nur kılar. Üzerimize devrilen dünyanın altında ezilmeden vakarla, şerefle, güzellikle kalkabilmeyi öğretir. Galip olmanın değil, vicdanlı olmanın kadrini. Kavgayı bitirmeyi öğretir. Yemek yemeyi, açlığın ruhtan geldiğini, çiçeklere nasıl bakmak gerektiğini. Kılıcı tutmayı, ağaç dikmeyi, sevmeyi öğretir. Ayrılırken de zulmetmemeyi, tuttuğun eli kırmamayı öğretir. Yürümeyi, düşünce kimseye sövmemeyi öğretir. O, yaşamayı ve ölmeyi öğretir. Dirilmeyi, yeniden başlamayı, devam etmeyi.

İşte çocuklara bunu öğretmek istiyorum. O’nu okurum, çünkü başka türlü delirmeden devam etmem mümkün değil. O’nu okurum çünkü başka türlüsünü artık bilmiyorum. O’nu okurum çünkü bu tükenmeyecek olan iyilik ve güzellik kaynağım. Ne sevdiklerimin ölümü ne de en mutlu günler beni bu okumadan ve dikkatten alıkoymamalı. Nasıl ki nefes almaya ara veremiyorsam, bu bağa da ara veremem. Eğer verirsem, kaza yaparım. Hayat devam etse de tam olarak etmez. Sası bir tatla dolaşırım. Böylece pes etmem, öfkelenmem, hep kendimi haklı bulmam ve sadece dünya için yaşamam kolaylaşır. Oysa, ahirette bir ev yapmak istiyorum ve de koca bahçeler. Sevdiğim o insanlarla buluşup sohbet edeceğim geniş ufuklu bahçeler..

 

Share:FacebookX
Leave a Reply to dilâra tekin Cancel reply

3 comments
  • Ne güzel yazmışsınız. İçime papatya çayı tadında bir ferahlık geldi. Bir de hz. Musa’nın asası geldi aklıma. . Her vurduğumuz yerden hayat suyunu çıkaracak canım kitap. Allah ile konuşmak hududu ve hayata yeniden yeniden umutla baktıracak rehber. Bizi yediren, içiren ve müslümanlardan kılan Allah’a hamdolsun.