al al duran umuttur

al al duran umuttur

En sevdiğiniz çiçek hangisi? Çiçek severim demekle, manolyayı, sümbülü, nergisi severim demek bir mi, siz söyleyin. Ağaç var bahçede, demekle söğüdümüz salınıyor her ikindi demek bir mi? Gelincikler. Gelincikler çok güzeldir. Tamam hemen küsmesin frezyalar, boynunu bükmesin yavruağzı ve turuncu güller. Yavru ağzı, ne güzel renk tarifi! Hey gidi canım Türkçe. Çakmak çakmak geçişir aramızda. Mesela eski Türklerde evin dışında kalan alana taşra taşlık gibi ifadeler kullanılırmış. Sonra bu kelimeyi, şehrin dışında kalan yerler için kullanmaya başlamışız. Ne güzel değil mi? Hep sordum da yordum, oturun soluklanın. Şerbet mi içersiniz kahve mi? İkisi de güzel olur. Buyurun.

Gelincikler diyorduk evet gelincikler. Hani o soğuk otobanların kenarında insandan yana bir alâka görmeden, incinmesin diye kimseler onu gözetmezken, incecik gövdesiyle umulmadık bir tepede kuru otlar arasında al al selâm eder, merhaba der. Duyunca sıcacık olursunuz, elde değil gülüverirsiniz. Hani ikindi veya sabahın ilk vakitlerinde sizinle saklambaç oynayan güneş gibi. Binaların arasına gizlenir sonra birden yüzünüze değer de siz gülmeden bırakmaz. İllâ ki dudaklarınızı aralar sarı altın tozu. Gözleriniz kısılır, avuçlarınıza sığar bu koca yıldız. Büyükler, küçücük yerlere sığmayı bilir.

Gelincikler boy vermeye başlayıp da ilk karşılaşma hasıl olunca gurbetten sevdiğim gelmişçesine sevinirim. Onun orada bütün inceliğiyle varlığını sürdürmesi bana kuvvet verir. Sonra daha öteye geçerim. Gelinciğin o ince gövdesini, çiçeğinin kadife yapraklarını, siyah tohumlarını göz göz oraya bırakanı düşünürüm. Gelinciğin Rabbiyle benim Rabbim birdir. İkimizi korur, gözetir, sever, güzel kılar. Bir taşlığın ortasında açtırabilir, rüzgâr estikçe savurabilir, baharda yeniden can verir, çünkü Rabbimizdir.

Gizem şöyle dedi ”Artık ölecek bu kız, dedim içimden. Kalbin kalmadı kaldırmaya. Hâlâ umudun olabiliyorsa helal olsun hakikaten.” Şöyle dedim gülümseyerek ”Allah’a inanırken nasıl umutsuz olabilirim ki? Her an yaratıyor. Ağlamak üzülmek bizim için ama sonra yine gülerim, inanırım güzel günlere.” Çünkü onları beklemiyor, onları ilmek ilmek işliyorum. Umudum gelinciklerdendir. Öyle ince öyle cesur. Rüzgâr bazen çok sert esiyor, bu doğru. Fakat kökümü oraya koyan Allah. Beni sıkı sıkı tutar. Bütün yapraklarım dökülse yine toprağa dönerim, diğer bahar boy veririm ömrüm varsa. Küsemem. Seneye yine bir gelincik diğeri ile selâmlaşır.

Belki de bu yüzden içimde bir salıncak kuruludur, bütün çocuklar için. Yıllardır inancım şudur ki: Kederler, iyi işleri sürdürmekle, birilerine merhem olmakla, yüzlere tebessüm bırakmakla, yükleri hafifletmekle diner. Kederler, onları dinleyerek azalmaz. Havada asılı kalan elleri tuttukça ellerimizin kesilen yerleri acımamaya başlar. Orada biri ağlarken, mendilimi kendim için tutamam. Avuçlarım açıktır daima ki dua da edeyim. Kuşlar eğilsin su içsin. Ölünce zaten yumulacaklar. Şimdi açık durmalı. Yumruk edemem onları. 

Demiştim ki birkaç yıl evvel: ”Kötülüğün kendisinden daha beter yaralayan bir şey varsa, kalbinin iyiliğine inanmakla kuvvet bulduğumuz kimse tarafından kötülüğe uğramaktır. Bu öyle mızraklı bir hayret bırakır ki insanın kalbine ne iyileşir, ne çıkarılabilir. İşte, al sana yerleşik bir yara. Gördüğün alışıldık bin kötülükten beter, şaşkın bir yara. Kendine sorar durur:

Benim burada ne işim var?

Hayat, bu soruyu sormakla eskiyeceğimiz bir yer. Yine de insan hayretlerden bir oda yapınca kalbine daha makul buluyor makul olmayan sayfalarca hadiseyi. Çünkü diyorum, insan. İnsan, her şeyi yapabilir, hatırla. Sakinleşiyorum. Bilmek, ne tuhaf şey değil mi. Hem biliyoruz, hem bilmiyoruz. Fakat şefkat, merhamet duyunca insana, Allah’ın yarattığı insana, Allah’ın hatırına, acziyetiyle bakınca ufuktaki gemiyi seyredercesine. Nasıl olur, diyorsun, koca gemi, nasıl suyun üzerinde, deyip duruyorsun da yüzüyor ya gemi. Hem biliyor hem bilmiyorsun da gözlerin büyüyor ya. İşte dünya, bütün mümkünlerin zeminine kurmuş binalarını. Gemi yüzüyor, esiyor, çatımız bir kere daha uçuyor.

Rüzgâr nereden eser, bilemiyoruz. Gövdemiz ince, bir çınar gibi duramıyoruz. Dünyanın normalleri ile yüreğin hakikatleri uyuşmuyor, bütün hasadı kaybediyoruz. Bu tarla kaç kere yanmış ve yeniden ekilmiş, daha korkmuyoruz. Herkesin elinde bir çaput, ne kolay tutuşuyor, hayret ediyor, gülüp geçiyoruz. Sonra.. Gökyüzüne bakınca, bir ezan daha duyunca kadifeden yaprakların gölgesine sığınan karıncayı dahi rahat ettirsem istiyoruz. Merhamet, ileri geçiyor. ”Bilmiyorlar, bilseler yapmazlardı.” demiş O (sav) güzeller güzeli. Bir daha işitiyoruz. Elinde bıçak ve taş tutanın dahi eline üzüldüğümüz anlar oluyor. Çünkü neyi tuttuğunu da bilmiyor ki.

Gelincikler diyorduk, evet gelincikler. Tabiatları budur, yeniden yeninden yeniden taşlıkta, yol kenarında, olmadık bir boşlukta al al göze gelirler. Kuvvetini Rabbinden alan bu çiçek umudumuzu diriltir. Konuşur durur, ince ince usul usul..  En baştan sürülecek olan tarlaya tohum bırakır.

Hem, gökyüzü çatımızdır, yetiyor.

Yetiyor. 

Share:FacebookX
Join the discussion

1 comment